29 Mayıs 2014 Perşembe

Türkiye'de Yeni Proleterleşme Dalgası

Türkiye'de Yeni Proleterleşme Dalgası

Mayıs ayının ortasında iki burjuva partisi Türkiye tarımını ve toplumsal yapısını önemli düzeyde etkileyecek bir yasayı sessiz sedasız çıkardı: “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”.
O tarihte bununla ilgili yazmaya başlamışım ama bitirememiştim. Ancak şimdi bitiriyorum. Yasanın etkisi uzun vadeli olacağı için güncelliğini koruyor.
***
Türkiye’ye yeni bir proleterleşme dalgası geliyor.
İki burjuva partisinin (AKP ve CHP’nin) onaylarak yasalaştırdığı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”u 15 Mayıs 2014’te resmi gazetede yayınlanmasıyla Türkiye köylerindeki proleterleşme sürecinin hızlanacağı iyice belli oldu. Yasa “tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesini” önlüyor.
Pek çok çiftçininin topraklarını kaybetmesine yol açacak bu yasayla birlikte, tarımın kapitalistleşmesi ve köylerde proleterleşme hız kazanacak.
Aslında şöyle bir 75 yıl geriye gidersek Türkiye tarımındaki kapitalistleşme ve proleterleşmenin aldığı boyutları kolayca görebiliriz. Bu gelişme (kapitalizmin gelişmesi - küçük üreticinin yıkımı-proleterleşme) en çıplak halde kent-kır nüfusu oranındaki değişimde gözlemlenebiliyor.
Lenin diyor ki:
“…araştırmalar resmi basmakalıp açıklamaların ötesine gitmez: ‘Kır nüfusu 1900’da %59.5’ten 1910’da %53.7’ye düştü.” İstatistikçiler bu rutin rakamların arkasında gizli olan kitlesel sefalete, baskıya ve yıkıma ilgi göstermezler. Genel bir kural olarak, burjuva ve küçük burjuva ekonomistler nüfusun kırdan ayrılışıyla küçük üreticinin yıkımı arasındaki açık bağlantıyı görmezden gelirler.” (Lenin, toplu eserler, İngilizce 4. baskı, c. 22, Tarımda Kapitalizmin Gelişimine Egemen Olan Yasalara İlişkin Yeni Veriler)
Biz bu bağlantıyı aklımızda tutarak yıllardan yıllara kent ve kır nüfusundaki değişimi aşağıdaki rakamlara bakalım:
1935:
Kır nüfusu - %76.5
Kent nüfusu - %23.5
1950:
Kır nüfusu - %75
Kent nüfusu - %25
1960:
Kır nüfusu - %68.1
Kent nüfusu - %31.9
1970:
Kır nüfusu - %61.5
Kent nüfusu - %38.5
1980:
Kır nüfusu - %56.1
Kent nüfusu - %43.7
1990:
Kır nüfusu - %41
Kent nüfusu - %59
2000:
Kır nüfusu - %35.1
Kent nüfusu - %65.9
2012:
Kır nüfusu - %22.7
Kent nüfusu - %77.2
(Kaynak: TÜİK)
Kapitalist gelişimin en çarpıcı özelliklerinden biri olan bu nüfus hareketi Türkiye’de de görülüyor. Bu nüfus hareketini yaratmayan bir kapitalist gelişme düşünülemez. İç piyasanın temeli olan toplumsal işbölümü geliştikçe, bir sanayi dalı diğerinden ayrıldıkça, hammaddenin işlenmesi karmaşıklaştıkça tarımdan ayrılır (bu arada tarımı da başlı başına bir sektör haline getirir ve tarımsal uzmanlaşmayı geliştirir) , bağımsızlaşır ve bu da sanayi nüfusunu artırır. Türkiye’de tam da bu oluyor.
Küçük üreticinin üretim aracından kopması yani mülksüzleşmesi basit meta üretiminden kapitalist üretime geçiştir aynı zamanda. Mülksüzleşmenin oranıyla kapitalist gelişme doğru orantılıdır. Bu süreçle paralel olarak dağınık durumda olan üretim araçları toplumsal olarak yoğunlaşmış üretim araçlarına dönüşür ve bu yoğunlaşmanın geliştiği oranda sermaye kendi yok oluşunun koşullarını hazırlamış olur.
İşte Türkiye’de bu gelişim sürecine baktığımızda, yetmiş beş yılda büyük fabrikalar kuruldu, (Marx’ın “görünüşte emek ve sermaye arasındaki sınıf savaşının dışında kalan o devasa üretici kitlesi” dediği) küçük üreticiler ve köylüler iflas etti, milyonlar kentlere, sanayi merkezlerine göçtü, kentlerin nüfusu 50 yılda 9 milyondan 60 milyona yükselirken eski yaşam koşulları - özellikle de emekçi kitlelerin yaşam koşulları - değişti. Eskiden ülkenin zenginlikleri nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan küçük üreticiler tarafından üretiliyordu. Yaşam durağandı. Üretimin büyük kısmı üreticinin kendi tüketimine ya da en fazla yakındaki il, ilçe ve köylerdeki pazarlara gidiyordu. Bugün ise kitlelerin hareketsizliği sona ermiş durumda. Nüfusun büyük çoğunluğu eskiden olduğu gibi geçimini bir toprak parçasından sağlamıyor. Kitleler sanayiye (5 milyon kişi) ve sanayiyle kopmaz bir bağı olan hizmetler sektöründe (12.5 milyon kişi) geçimini sağlıyor. İşçi sınıfının sömürüsüne dayalı kapitalist üretim geliştikçe küçük üretici üzerindeki baskı da o düzeyde artıyor, onlar da işçi sınıfının saflarına katılıyorlar. İnşa edilen fabrikalar, limanlar, yollar, köylerden kentlere çekilen nüfus gibi etkenler kaçınılmaz olarak köylerdeki kapitalist gelişimi artırıyor.
Kentin kır üzerindeki hakimiyeti, kapitalizmin belli bir gelişme düzeyine geldiği her ülke gibi Türkiye’de de kesin olarak sağlanmış durumda. Bu konuya duygusal bir yaklaşım sergilemenin anlamı yok. Tersine, bu süreç (bir proleter devrimle kesilip de köylerin kolhozlar halinde birleştirilmesinin gerçekleşmediği durumlarda) toplumu durağanlıktan, geri kalmış, yalıtılmış bölgelerden çıkarıp modern sınıf savaşının en keskin biçimde yaşandığı bölgelere getirdiği için ilerici bir süreçtir. Topraktan kopup kente gelenlerin sefaletine yol açmasına rağmen bu durum böyledir. Çünkü tam da bu sefaleti - hem kentlerdeki hem de köylerdeki sefaleti - yok edecek koşulları da hazırlar.
Türkiye’de kapitalizmin yıllar boyunca gelişimine rağmen Türkiye tarımında proleterleşme son bulmuş bir süreç midir? Hayır, bu süreç devam ediyor. Hala kendisine ait üretim araçlarından tamamen kopmamış, ücretli işçiye dönüşmemiş, emek araçları kendisinin karşısına ücretli işçi olarak çıkacağı sermayeye katılmamış pek çok üretici vardır. Türkiye tarımındaki kapitalist gelişmenin en ileri kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça geri durumda olduğunu görürüz.
Bunu gösteren verilere kısaca değinirsek:
Tarım Bakanlğı’nın verilerine göre, “Türkiye'de 3 milyon tarım işletmesi var. Toplam 3 milyon tarım işletmesinin yüzde 65'i 50 dönümün altında arazi varlığına sahip. Yüzde 83'ünün ise tarım arazisinin büyüklüğü 100 dönümün altında”.
Türkiye’de işletme başına ortalama arazi büyüklüğü ortalama büyüklüğü 59 dönüm. Bu rakam Amerika'da 1818, İngiltere'de 538, Fransa'da 521, Almanya'da 457, İspanya’da 238 dönüm.
Bu ülkelerdeki tarım nüfusu ortalama yüzde 5'in altında kalıyor. Türkiye'de ise daha önce belirttiğimiz gibi yüzde 20’nin biraz üzerinde.
Ayrıca Türkiye’de tarım araziler tek parça değil, her bir işletme ortalama 10 parselden oluşuyor. Toplam 30 milyon parsel ve bunların 40 milyon hissedarı var.
Tarımda mekanizasyon verilerini karşılaştıralım:
1000 hektar alana düşen traktör sayısı Türkiye’de 38, AB’de 89.
Traktör başına düşen ekipman sayısı Türkiye’de 5.2, AB’de 10.
Traktör başına düşen ekipman ağırlığı Türkiye’de 4.2 ton, AB’de 12 ton.
Ortalama traktör gücü Türkiye’de 60 kw, AB’de 100 kw.
1 hektar alana düşen traktör gücü Türkiye’de 1.68 kw, AB’de 6 kw. (GOÜ, Ziraat Fakültesi Dergisi, 2010, 28(2), 89-100)
Devletin bu konudaki resmi politikası tarımdaki sermaye merkezileşmesi ve yoğunlaşmasını artırmak, proleterleşmeyi hızlandırmak, başka deyişle tarımdaki kapitalist gelişmeyi hızlandırmak.
Zengin çiftçilerin yönetimi elinde tuttuğu Türkiye Ziraat Odaları Birliği bu konuda TC’ye tam destek veriyor ve hatta bu konuda onu yönlendiriyor.
Dünya gazetesinin 25.04.2013 tarihli haberinden TZOB Başkanı Bayraktar’ın açıklamasını aktaralım:
"Yıllardır bu ülkede tarım sektörüyle alakalı çok büyük popülizm yapıldı. Türkiye'de 30 milyon parsel bulunuyor ve işletme büyüklüğü 5 hektar, yani 50 dekar. O da tek parça değil, 7 parça. 30 milyon parselin oluştuğu ve arazilerin parçalandığı bir ülkede tarım çok zordur. Bu ülkede tarımda en büyük maliyet, gübre, mazot, faizler değil, bölünmüş arazilerdir. Küçük işletmelerde büyük işler yapamazsınız. Böyle olunca verimlilik düşer.
Bayraktar, tarım arazilerinin fazla bölünmemesi için girişimlerde bulunduklarını ve miras hukukunda düzenleme yapılması konusunda yetkililerden söz aldıklarını anlattı.
Değişiklik yürürlüğe girdiğinde baba öldükten sonra çocukların, arazileri parçalayamayacağına dikkati çeken Bayraktar, "Burada çok tepkiler alacağız ama tarım sektörü, bu ülkenin ve çocuklarımızın istikbali olduğu için bunu yapacağız. Bununla ilgili kanun değişikliğine büyük destek veriyoruz" ifadesini kullandı."
Gerçekten de TC devleti zengin çiftçilere verdiği sözü tutuyor ve “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”u tam bir yıl sonra çıkarıyor.
Yasa kapsamında Bakanlık “üretim faaliyet ve girdileri rasyonel ve ekonomik olarak kullanıldığı takdirde, bir tarımsal arazide elde edilen verimliliğin, söz konusu tarımsal arazinin daha fazla küçülmesi hâlinde elde edilemeyeceği en küçük tarımsal parsel büyüklüğünü” belirliyor ve toprakların bu büyüklük altına düşmesi yasaklanıyor.
Bundan böyle hissedarlar veya mirasçılar kendi aralarında anlaşıp üretimi toprağı bölmeden sürdürecekler. Anlaşamazlarsa Mahkemesi devreye girerek mirasçılar arasından birisini “ehil mirasçı” tayin edecek ve toprağı bu kişi işleyecek. Bu kişi tarım arazisini satın almak için yeterli ekonomik güce sahip değilse devlet bu kişiye kredi vererek onu borçlandıracak.
Yasa diğer mirasçıları korumadığı için küçük toprak sahiplerinin büyük bölümü mülksüzleştirilecek. Bu durumu fırsat olarak gören şirketler tarıma yönelecek ve tarımsal üretim merkezileşecek. Bu yasanın çıkışıyla bankalara borçlu pek çok köylünün borcunu kapatmak için bir an önce elindeki toprağı satacağına kuşku yok.
Yılın bir kısmını köyünde geçiren, örneğin kışlık yiyeceğini köyden temin eden pek çok kişinin köyle hiçbir bağı kalmayacak. Bu da bir nevi yarı-proleterlikten proleterliğe geçmek demek.
Bu süreçte yeni proleterleşmekte olan bu kitleler büyük bir sefalete itilecek. Bu kitlelerin mutsuzluğu burjuvazinin mutluluğu olacak çünkü bu yeni proleterleşme dalgası yaratacağı ekstra yedek işgücü ordusuyla onlara işçilerin sömürülmesini güçlendirme imkanı sunacak. Artan işsizlik işçiler için daha güvencesiz bir ortamın oluşmasına yol açacak.
Biraz uzatma pahasına da olsa belirtmeden geçmeyelim, burjuva istatistikçileri işsizliği düşük göstermek için her türlü oyunu yapıyorlar. Örneğin TÜİK’in Mart 2014 verilerine göre Türkiye’de işsiz sayısı 2 milyon 747 bin kişi ve işsizlik oranı ise yüzde 9.7. Halbuki burada sadece iş arayan insanları sayıyorlar. Umutsuzluktan iş aramayı bırakan milyonlar işsiz sayılmıyor, “iş gücünün dışında” sayılıyor.
Hatta TÜİK Haziran 2014’te işsizlik hesaplama yöntemini değiştirerek çarpıtma işini iyice abarttı.
İsmet Özkul’dan aktaralım:
“Eskiden haneleri ziyaret eden TÜİK anketçileri, “Son üç ay içerisinde iş arama kanallarından birine baş vurdunuz mu?” diye soruyorlardı. Bu soruya evet yanıtı verenler, yani son üç ay içinde iş arama adına birşey yapmış olanlar, işsiz sayılıyordu. Son üç ay içinde iş arama kanallarından herhangi birine başvurmamış olanlar ise işgücü dışında kabul ediliyor ve işsiz sayılmıyordu.
Yeni uygulamada üç aylık süre dört haftaya indirildi. Bu durumda son dört hafta içerisinde iş arama kanallarından herhangi birine başvurmuş olanlar işsiz sayılacak. Geçmiş 5-13 hafta içinde iş bulmak için birşeyler yapmış olanlar, eskiden işsiz sayılırken şimdi işsiz sayılmayacak ve işgücü dışında kabul edilecekler.”
Evet, işsizliği düşürmenin güzel bir yöntemi. Bir istatistik oyunuyla 1.5 milyon insanın işsizliğine son verilmiş oldu!
Ama bu hesaplama yöntemi ancak ve ancak Marksist ekonomi politiğin akışkan nüfus fazlası dediği, belirli bir zaman için işlerini kaybeden işçilerin rakamını bize verebilir ancak. Ama artık iş aramaktan vazgeçmiş, çalışsa dahi düzensiz çalışan geniş kitleleri yani durağan nüfus fazlasını asla vermez. Ve bu rakam (burjuva literatürde “işgücüne katılmayanların oranı”) Türkiye’de son derece yüksek. Türkiye’de “işgücüne katılma oran”ı sadece yüzde 50. Yani 15 yaş üstü nüfusta çalışabilir durumda olan her 100 kişiden 50’si iş bile aramıyor. Burjuvazi bu kişileri işsiz saymıyor ama nesnel olarak işsiz oldukları tartışma götürmez. Bu da işsizlerin sayısının, yedek işgücü ordusunun Türkiye’de ne kadar muazzam büyüklükte olduğunu gösteriyor.
İşte yeni tarım yasasının hızlandıracağı köylülüğün çözülme süreci bu orduyu daha da büyütecek.
Lenin toplumsal eşitsizliğin artmasının dört nedene bağlıyordu: “1) küçük üreticinin mülksüzleşmesi 2) küçük üreticinin yoksullaşması 3) sömürüdeki artış 4) yedek işgücü ordusunun büyümesi” (Lenin, Plehanov’un Birinci Taslak Programı Üzerine Notlar)
Türkiye’de hem kapitalist gelişimin yönü, hem de devletin bu süreci hızlandıran yasa ve uygulamaları hızla toplumsal çelişkileri kaynama noktasına doğru ilerletiyor.

13 Mayıs 2014 Salı

Patrondan Dost Olmaz!

Patrondan Dost Olmaz!

Türkiye’de 3 milyon 200 bin KOBİ var. Başka deyişle, karşımızda, 1-9 arasında işçi çalıştıran, 3 milyondan fazla kişiden oluşan bir kitle duruyor.
KOBİ’ler toplam işletmelerin % 99,8’ini oluşturuyor. Bu bütün dünyada aşağı yukarı böyle. Türkiye’de farklı olan, bu tür işletmelerin toplam istihdam içindeki paylarının biraz fazla olması. Türkiye’de çalışanların % 77’si bu tür işletmelerde çalışıyor. Bu oran ABD’de % 58, Almanya’da % 60, Brezilya’da % 67. Demek ki, Türkiye’de diğer ülkelere göre emekçilerin daha fazla bölümü küçük işletmelerde çalışıyor.

Küçük KOBİ patronlarının işçilerle "arkadaşlık" ilişkisi kurarak onları daha çok çalışmaya teşvik ettiklerini işçi arkadaşlarımızdan duyuyoruz.
Meksikalı komünist şarkıcı Jose de Molina'nın "İşçiler ve Patronlar" adlı şarkısını tüm patronlara ama özellikle de işçilerle sahte "dostluklar" kurmaya çalışan küçük patronlara adayalım.
Patrondan dost olmaz!

https://www.youtube.com/watch?v=_M5slzYbml4&feature=share

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Aşırı Üretim

Aşırı Üretim

"Gözlerimizin önünde buna benzer bir hareket yer alıyor. Kendi üretim, değişim ve mülkiyet ilişkileri ile modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve değişim araçları yaratmış bulunan bu toplum, ölüler diyarının büyüleriyle harekete geçirdiği güçleri artık kontrol edemeyen büyücüye benziyor. Sanayiin ve ticaretin tarihi, on yıllardan beri, modern üretici güçlerin, modern üretim koşullarına karşı, burjuvazinin ve onun egemenliğinin varlık koşulu mülkiyet ilişkilerine karşı isyanının tarihinden başka bir şey değildir. Bu konuda, tüm burjuva toplumunun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her keresinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken ticari bunalımların sözünü etmek yeterlidir. Bu bunalımlar sırasında yalnızca mevcut ürünlerin değil, daha önceleri yaratılmış üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönemsel olarak tahrip ediliyor. Bu bunalımlar sırasında, daha önceki bütün çağlarda anlamsız görülecek bir salgın[15*] başgösteriyor —aşırı üretim salgını. Toplum kendisini birdenbire, gerisin geriye, geçici bir barbarlık durumuna sokulmuş buluyor; sanki bir kıtlık, genel bir yıkım savaşı, bütün geçim araçları ikmalini kesmiştir; sanki sanayi ve ticaret yok edilmiştir; peki ama, neden? Çünkü çok fazla uygarlık, çok fazla geçim aracı, çok fazla sanayi, çok fazla ticaret vardır da ondan. Toplumun elindeki üretici güçler, burjuva mülkiyet ilişkilerinin ilerlemesine artık hizmet etmiyor; tersine, bunlar, kendilerine ayakbağı olan bu ilişkiler için çok güçlü hale gelmişlerdir, ve bu ayakbağlarından kurtuldukları anda, burjuva toplumunun tamamına düzensizlik getiriyor, burjuva mülkiyetinin varlığını tehlikeye sokuyorlar. Burjuva toplum koşulları, bunların yarattığı zenginliği kucaklayamayacak denli dardır." ( Marx-Engels KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU, Sol Yayınları)
Aşağıda konuya ilişkin güncel bir manzara var. İlk fotoğraf İngiltere'nin Sheerness bölgesinden, ikincisi ise, ABD Houston'dan. Satılamayan arabaların uydu görüntüleri. Bu fotoğraflar "google harita"dan bulunuyor. Linkteki habere göre dünyada dünyada buna benzer yüzlerce var ve artmaya devam ediyor.