29 Mart 2015 Pazar

Kadının Ezilmesi Burjuvazinin Önemli Bir Silahıdır

Bildiğimiz gibi, kendisine silah zoru ile tecavüz eden erkeği öldürdüğü için tutuklanan Nevin Yıldırım, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, kadın katillerine uyguladığı "haksız tahrik indirimi"ni Yıldırım için uygulamadı.

Bu haberi, TC. mahkemelerinde kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün açıkça teşvik edildiğini gösteren örneklerle dolu bazı haberlerle birlikte ele aldığımızda verilen bu kararın tesadüf olmadığını, sistematik bir devlet politikası olduğunu görebiliriz.

Rakamlar da bunu gösteriyor. 2011 yılında karara bağlanan davalarda tecavüzle suçlanan 2 bin 850 kişi beraat etmiştir. Mahkemelere yansımayan kaç tane taciz ve tecavüz vakası olduğunu bilen yok.

Karaman'da 15 yaşındaki Z.C.'ye tecavüz ettiği iddia edilen 8 şüphelinin "İlişkide rıza olduğu" gerekçesiyle beraat etmesinin ardından  Z.C.’nin davanın hakimine yazdığı mektup polis-yargı mensuplarının bu tür vakalara nasıl yaklaştığını çok iyi özetliyor:

"Hâkim amca ben yaşadıklarımı utandığım için bir de polisler ve siz bana inanmıyor gibi davrandığınız, alay ettiğiniz için anlatamıyorum. Her erkeğin bana tecavüz edeceğini sanıyor, korkuyorum. Hakimsin bir daha bana bağırma. Beni azarlamayın. 15 yaşında 38 kilo bir kızım. Benim gücüm bu adama yetmez ki karşı koyup onu yeneyim. Polisler de siz de beni suçladınız. 'Neden karşı koymadın' diye. Bu adamın benim üç katım kilosu ve gücü var. Bir erkekle benim gücümü nasıl bir tutuyorsunuz. Canlı cenaze gibiydim. Tek düşündüğüm bir an önce ölmekti. İntihar edecektim, beceremedim. Bu son ifademdir. Bana inanmayan dalga geçer gibi davranan aşağılayan mahkemenize gelmeyeceğim. Sizi adalet ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum."

Bu yaklaşım mecliste çıkan yasalarla destekleniyor.
Örneğin burjuva ahırında 24 Ocak 2013'te kabul edilen 6411 sayılı yeni Denetimli Serbestlik Yasası ile kadına karşı şiddet kapsamında suç işleyen ve çoğu eşini "kasten yaralama", "hakaret", "tehdit" gibi suçlardan birkaç yıl ceza alan kocaların derhal tahliye edilmesi, bu suçlar için ceza ertelemesi yolu da getirilmesi, böylece şiddet uygulayan eşlerin hiç hapse girmeden cezasının ertelenebilmesi sağlanmıştı.

Devletin bu sistematik teşviki sonucunda Türkiye'deki kadın cinayetleri son 7 yılda yüzde bin 400 oranında arttı; son 1 yılda 300’den fazla kadın öldürüldü. 2002 yılında bu sayı 66’ydı.
Türkiye’de geçen yıl 120 bin kadın, şiddet gördüğü için polise başvurdu. 78 bin kadın hakkında ‘geçici koruma tedbir kararı’ alındı. 2014’te 30 bini aşkın kadın, sığınma evlerine yerleştirildi.

Sadece resmi rakamları baz aldığımızda dahi karşılaştığımız tablo kadınların kitlesel bir saldırı altında olduğu yönünde.
2002-2008 yılları arasında toplamda 61 bin 469 tecavüz olayı yaşandı. Bu olaylara 99 bin 792 kişi karıştı. 2009-2011 yılları arasında ise toplamda 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi. Başka deyişle, 2005–2011 yılları arasında, 100 binin üzerinde kadın cinsel saldırıya maruz kaldı. Yine resmi rakamlara göre, Türkiye'de her gün 22 kadın ve çocuk cinsel tecavüze maruz kalıyor. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yapılan araştırma şiddet gören kadınların yüzde 89’unun hiçbir yere başvurmadığını ortaya koydu.
Burjuva devlet, parti ve kurumların bu katliama karşı verdikleri tepkilere birkaç örnek vermek gerekirse:
- “Kadına şiddet abartılıyor." (Tayyip Erdoğan)
- “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum." (Tayyip Erdoğan)
-“Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar." (Recep Akdağ)
- “Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın." (İ.Melih Gökçek)
- “Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün." (İ.Melih Gökçek)
- “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya." (Tayyip Erdoğan / Münevver Karabulut cinayeti hakkında.)
- “Kızlarına sahip çıksalarmış." (Celalettin Cerrah / Münevver Karabulut cinayeti hakkında.)
- “Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet algıda seçicilik." (Fatma Şahin / Akp Bakanı)
- “Evdeki işler yetmiyor mu?" (Veysel Eroğlu / Akp Bakanı / Kendisinden iş isteyen kadına.)
- “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek." (Mehmet Şimşek / Akp Bakanı)
- “Kızlar okuyunca erkekler evlenecek kız bulamıyor." (Erhan Ekmekçi / Akp İl Genel Meclis Üyesi)
- “Türk kadını evinin süsüdür." (Vecdi Gönül / Akp Bakanı)
Bu hakaretlere, CHP gibi diğer burjuva partilerin de katılımıyla kadının başını örtmesi-açması gibi gündemi sürekli meşgul eden boş tartışmalar eşlik etmektedir.
Ama komünistlerin ve bilinçli işçilerin bu tür tartışmalarla kaybedecek bir dakikaları bile olmamalı. Çünkü Türkiye’de bütün ağırlığıyla hissedilen kadın sorunu, işçi sınıfının ekonomik ve siyasi mücadelesinden bağımsız bir sorun değildir ve bu mücadelenin gelişimini engelleyebilecek ölçüde önemlidir. Nüfusun yarısını oluşturan, kapitalizm koşullarında iki kat ezilen kadınlar politikaya çekilmeksizin, yığınlar politikaya katılamaz. Nüfusun yarısının  sindirilmiş, bilinçsiz, cahil kalması burjuvaziye yararken, proletaryanın mücadelesine büyük zarar verir.
Sermaye devletinin yaşamın her alanında kadına yönelik sistematik bir baskı uygulamasının nedeni de budur. Özellikle bu dönemde burjuvazi kadına yönelik baskını yoğunlaştırılmak zorundadır.
İşçi sınıfına yeni bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya bulunduğumuzdan ve bu saldırıların artacağından kuşku duymamak gerekir.
Kadınlara yapılan saldırı, işçi sınıfına yapılan saldırının altyapısını oluşturmaktadır.
Burjuvazinin en önemli temsilcileri “yapısal reform” istiyor. Sıkıntılı günler geçirdiklerini ifade ediyorlar ve burjuvazinin bu memnuniyetsizliği iktidarda gördüğümüz güncel kavgalarda da ifadesini buluyor.
Bu durum, yani Türkiye burjuvazisinin kendisi açısından sıkıntılı bir döneme girmesi özellikle 2009 yılından sonrasına denk geliyor. Sanayi üretimi 2015 yılının ilk 3 ayı içinde neredeyse hiç büyüme sağlayamadı. Dolar yükselince dolar cinsinden aldığı kredilere karşılık ödeyeceği miktar artıyor. Yine dolarla ithal ettiği enerji, sermaye malları ve diğer yan ürünler kendisine daha pahalıya patlayacak. Türk lirasının değeri düşmesine rağmen ihracatta da bir büyüme olmadı. İşçi sınıfına yapılan tüm saldırılara rağmen Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan “2013-2014 Küresel Rekabet Raporu”na göre rekabet gücü bakımından Türkiye, 148 ülke arasında 44. sırada. 2011 yılından bu yana toplam sanayide çalışan kişi başına verimlilikte bir artış sağlayamadı. Tek yapacağı, tıpkı her zaman yaptığı gibi, işçi sınıfına daha fazla yüklenmek, sömürüyü artırmak.

Kadına yönelik baskı yapmak, onu sindirmek, cahil bırakmak (Türkiye'de 2012 yılı itibariyle okuma-yazma bilmeyen 2.788.757 kişinin yüzde 83'ünü kadınlar oluşturmaktadır) bu yolda atılacak en önemli adımlardan biridir.

Kadınların içinde yaşadıkları aşağıda anlatacağımız koşullar tüm işçi sınıfının çok daha kolay sömürülebilmesi, mücadele yeteneğinin zayıflatılması adına burjuvazinin en önemli anahtarlarından biridir.

Kadınların işgücüne katılımı çok düşük. Türkiye’de 22 milyon çalışandan sadece 7.8 milyonu kadın. İstihdam oranı kadınlarda yüzde 27.1’e kadar düşüyor. Hala neredeyse dört kadından üçü, 11 milyon kadın evde oturuyor, başka deyişle ev kölesi durumunda.

Ülkemizde, Lenin’in deyişiyle “mutfağa ve ço­cuk odasına bağlı, yaratma gücünü düpedüz barbarca üretken olmayan, bayağı, sinir törpüleyici, köreltici, yıpratıcı bir çalışmayla boşa harcayan, ev ekonomisinin ayrıntılarıyla ezilen, bunalan, körelen, aşağılanan” 11 milyon kadın var!

Evinde oturan bu 11 milyon kadın işsiz bile sayılmıyor! Devlet bu 11 milyon kadını neden işsiz saymıyor? Güya bu kadınların ev işleri olduğu için iş gücünün dışında gösterilmesi gerekiyor. İnsan olarak bile görülmüyorlar. İstatistiklere girmiyorlar.

Bu kadınların nesnel olarak işsiz olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Ama çalışan kadın işçilerin durumu erkek işçilere göre çok daha kötü.

Kadın işçilerin önemli bir kısmı tarımda çalışıyor. 2012 yılında tarımda çalışan 6 milyon kişinin 2 milyon 872 bini kadın (yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’de toplam kadın istihdamı 7.8 milyon). Kırsal kesimdeki kadınlarda işgücüne katılma kentlere göre daha yüksek! (Kırlarda yüzde 28, kentlerde yüzde 25). Tarımda çalışanların çoğunun ücretsiz aile işçisi olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Sanayi ve hizmet sektöründe çalışan kadınların ücretleri daha düşük. 2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre:

"Profesyonel meslek gruplarında" yıllık ortalama kazanç 27 bin 861 lira. Aynı işi yapan 1 milyon 301 bin erkek ise kadınların yüzde 20 daha fazlası olan 34 bin 520 lira kazanıyor.  

Nitelik gerektirmeyen işlerde çalışan 1 milyon 467 bin kadın yıllık 10 bin 713 bin lira alıyor. 2 milyon 89 bin erkek meslektaşı evine 12 bin 449 lira götürüyor.Yani ayrımcılığın oranı yüzde 14.

Sanatkârlar ve ilgili işlerde çalışan kadınların maaşları erkek işçilere göre yüzde 16,

Tesis ve makine operatörleri ile montajcılar meslek grubunda çalışan kadınların maaşları erkek işçilere göre yüzde 24,1,

Hizmet sektöründe çalışan kadınların maaşları erkek işçilere göre yüzde 7,4”

...daha düşük.

Bu durumun burjuvazi açısından, erkek işçilerin ve tüm işçi sınıfının ücretlerinin baskılanması, çalışma saatlerinin ve yoğunluğunun artırılması için de paha biçilmez bir işlevi var.  

İşte bu yüzden işçi sınıfı kadın sorununa kayıtsız kalmamalıdır; kadının gelişimi önündeki her türlü gerici politika ve uygulamanın karşısında durmak işçi sınıfı için hayati önemdedir.
İşçi sınıfı kendisi için son derece önemli olan bu konuyu burjuva feminist akımlara bırakmamalıdır. Kadın sorununu çözebilecek, kadını bu korkunç durumdan kurtaracak toplumdaki tek nesnel güç işçi sınıfıdır.
“Komünizmin kadına verebileceğini, kapitalist kadın hareketi ona asla veremez.” (Komünist Enternasyonal III. Kongresinden)

22 Mart 2015 Pazar

Kapitalizmin Eşitsiz Gelişim Yasası Dünyayı Emperyalist Savaşa Götürüyor

"Kapitalist ülkelerin gelişme düzeyleri arasındaki farkın azalması ve bu ülkelerin gittikçe aynı seviyeye gelmesinin, emperyalizm koşullarında gelişmenin eşitsizliği yasasının etkinliğini zayıflattığı söylenebilir mi? Hayır, söylenemez. Gelişme düzeylerindeki bu fark azalır mı, çoğalır mı? Kuşkusuz azalır. Aynı seviyeye gelme ilerler mi, geriler mi? Kesinlikle ilerler. Bu aynı seviyeye gelmenin artması, emperyalizm döneminde gelişmenin eşitsizliğinin güçlenmesiyle çelişmez mi? Hayır, çelişmez. Tam tersine, aynı seviyeye gelme, arka plandır ve temeldir, ve emperyalizm koşullarında gelişmenin eşitsizliği, ancak bu zemin üzerinde artan bir şekilde etkinlik gösterebilir. (...)
Emperyalizm döneminde gelişmenin eşitsizliği yasası, bazı ülkelerin diğerlerine kıyasla sıçramalı gelişmesi, bazı ülkelerin diğerleri tarafından dünya pazarından hızla uzaklaştırılması, savaşçı çatışmalar ve savaş felaketleri aracılığıyla, halihazırda paylaşılmış olan dünyanın periyodik olarak yeniden paylaşılması, emperyalizm kampındaki çatışmaların derinleşmesi ve şiddetlenmesi, dünya kapitalizmi cephesinin zayıflaması, bu cephenin tek tek ülkelerin proletaryası tarafından yarılması imkanı, tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi imkanı demektir." (Stalin, Muhalefet Üzerine)
Geçen hafta basına ilginç bir rapor yansıdı. Stockholm merkezli Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından hazırlanan raporda Çin’in, 2010-2014 arasında ABD ve Rusya'dan sonra dünyanın en büyük üçüncü silah satıcısı haline geldiği yazıyordu. Dünya silah pazarındaki payını yüzde 5'e çıkaran Çin; Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeleri geride bırakmıştı.
Çin neden silahlanma ihtiyacı hissediyor? Askeri harcamalarında ve silah üretimindeki bu artışın nedeni nedir?
Bunun nedenini Çin’de kapitalizmin hızla gelişmesinde, Çin’in emperyalist bir ülke olarak dünya sahnesindeki yerini giderek daha fazla hissettirmesinde aramak gerekir.
Çin’de kapitalizmin muazzam gelişimi üzerine çok şey söylendi. Birkaç çarpıcı örnek de biz verelim:
Çin’de kent nüfusu 500 milyona yükseldi. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar kısa süre içerisinde bu kadar büyük bir nüfus hareketi görülmemiştir. Çin devrimi olduğu sırada nüfusun sadece yüzde 10’u kentlerde yaşıyordu. Bugün bu rakam yüzde 50. Önümüzdeki 5 yıl içinde 100 milyon kişi daha (Yani bir Türkiye nüfusu artı yirmi milyon) kentlere göçecek. Şu anda Çin’de nüfusu 1 milyonun üzerinde 100 kent var. Nüfusu on milyonun üzerinde olan dünyadaki 30 kentin altısı Çin’de. 2000 yılından bu yana kent arazisi sayılan toprakların yüzölçümü ikiye katlandı. 2030 yılında Çin’in kentlerinde bir milyar insan yaşayacak.
Muazzam kapitalist gelişime bir çarpıcı örnek de ulaşım alanından verelim. 2011-2015 yılları arasında Çin’de 100 havaalanı inşa edildi.   
Son olarak ekteki tablo kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasını mükemmel bir şekilde açıklamaktadır. Grafikten de görüleceği üzere, 1990 yılında dünya sanayi üretiminin sadece %3’ünü üreten Çin günümüzde dünya sanayi üretiminin yüzde 23’ünü gerçekleştirmektedir.   
Bu korkunç gelişimin hem Çin’in içinde işçi sınıfı ve burjuvazi arasında hem de Çin burjuvasinin emperyalist bir güç olarak diğer emperyalist ülkelere karşı savaş biçiminde büyük çatışmalara yol açmayacağını düşünmek tam bir hayalcilik olurdu.
İşte Çin bu yüzden silahlanıyor ve silahlanmaya devam edecek.

21 Mart 2015 Cumartesi

Köylünün Proleterleşme Süreci Hızlanıyor

Hükümetin çıkardığı her yasa küçük ve orta köylüye bir darbe indirecek nitelikte.
2014 yılının Mayıs ayının ortasında çıkarılan “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” “tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesini” önleyerek Türkiye köylerindeki proleterleşme ve sermaye merkezileşmesi sürecinin hızlandıracak bir yasaydı. Bu yasa pek çok çiftçininin topraklarını kaybetmesine yol açacaktı.
Türkiye'de 3 milyon tarım işletmesinin yüzde 80’ninden fazlasını oluşturan küçük işletmeler son iki yılda özellikle zor durumda kaldı. Ülkenin her bölgesinden tarımla ilgili felaket haberleri geldi. Don felaketi, aşırı yağış ve fırtına nedeniyle sel ve su baskınları tarım ürünlerine büyük zarar verdi.
Ali Ekber Yıldırım bu durumu şöyle aktarıyor:
Ürününü toplamaya sandalla gidenler var. Bu kadar emek, sermaye gitti. Yapılan masraflar nasıl karşılanacak?
Günlerce süren hasar tespit çalışması sonucunda sigorta yaptıran zararının bir bölümünü karşılayabiliyor. Sigorta yaptırmayan hiç bir destek, yardım alamıyor.
En çok başvurulan yöntem ise kredi borçlarının 1 yıl süreyle ertelenmesi. Kredi borçlarının ertelenmesi için hasar tespiti sonucunda en az yüzde 40 zarar olduğunun kanıtlanması gerekiyor.
Kredi borçları da faiz işletilerek erteleniyor. Çiftçiden faizi ile birlikte o kredi tahsil ediliyor.
2014'te kuraklık, don, dolu ve daha bir çok felaket yaşandı. Hasar tespiti yapıldı. Zararı yüzde 40'tan fazla olanların borcu ertelendi. Borcu ertelenen çiftçi bu yıl öyle bir üretim yapmalı ki hem ertelenen borcunu faiziyle ödeyecek, hem de bu yılki üretim için masraflarını karşılayacak. Yetmiyor, 2015'te ödemesi gereken kredi borcunu da ödeyecek. Ürettiği ürünle maliyetini zar zor karşılayan çiftçi bu ödemeleri nasıl yapacak? Böyle bir babayiğit var mı?”

Doğal felaketlerin dışında dolardaki artış girdi fiyatlarını artırmakta, bu da küçük ve orta üreticiyi zor durumda bırakmaktadır.
Bu konuda Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin şöyle diyor:
"Mazotun ülkemizde rafineri çıkış fiyatı 1,9 liradır. Tarım sektöründe yılda 3,3 milyon ton civarında mazot kullanılmaktadır. Verilen mazot desteği, bu rakamın yalnızca yüzde 5'ini karşılamaktadır. Mazottan alınan vergi bu yıl çiftçiye ödenecek olan 10 milyar liralık toplam desteğe yakın bir miktar oluşturmaktadır. Gübre fiyatlarında ise devamlı bir artış vardır. Bu artış dolardaki yükselişle birlikte hızlanmıştır. Bu tablo, kaçınılmaz olarak tarımsal ürünlerin fiyatlarına yansıyacak, üstelik ülkemizde aracı karları çok yüksek olduğu için yansıma muhtemelen girdi maliyetlerinin üstünde olacaktır. Son aylarda dolar fiyatlarındaki artış, tarım ürünlerinin maliyetlerini artırırken, çiftçiyi zora soktu."
Bir küçük üretici yaşadığı zorlukları şöyle aktarıyor:
“Ailemin de buğday ürettiği gerçeğiyle birlikte bir şey eklemek istiyorum. Edirne'de yaşıyor ailem. Edirne'de hemen tüm çiftçiler (büyük çoğunluğu) buğday, ayçiçeği üretimi yaparlar ve hayat şartlarının gerekliliği ölçüsünde bunun yanında büyük-küçük baş hayvancılığını da küçük ölçekli de olsa gerçekleştirmek durumundalar. Gerek mazot, gerek gübre, gerek diğer girdi fiyatlarının arttığı ölçüde üretilen malın fiyatının artmaması günümüz çiftçiliğinin en temel sorunlarından. Hal böyle olunca çiftçi çoğu yıllar umduğu kazancı bulamıyor ve bunun yanına hayvancılığı da eklemek durumunda kalıyor.
Hayvancılıkta da aynı sıkıntılar boy göstermiyor değil. Yem fiyatları son yıllarda almış başını gidiyor. Hayvancılığı yapan çiftçiler ölçek ekonomisi gereği buradan da pek kar edemez hale gelince çareyi kendi yemini kendi olanakları ile üretmekte buluyor ki bugün çoğu çiftçi bunu gerçekleştiriyor.”
Bu durumda kredi almak, bu yolla borçları kapamak belki de bazı çiftçiler için bir çözüm sağlayabilirdi. Zaten Davutoğlu da tarımda artan kredi miktarıyla övünmüyor muydu?
“Tarımsal kredide gerçek bir patlamanın yaşandı, 2002'de 529 milyon lira olan kredi meblağı, 2014'te 22,8 milyar liraya çıktı.”
Ama hayır, burjuva devletin asla böyle bir kaygısı yok. Tarımda düşük faizli kredilerin koşulları belirlerken kriterleri açıkça büyük çiftçiden yana kullanıyor. İşte 14 Mart 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Bakanlar Kurulu’nun, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin Karar’ın uygulama tebliği”ni inceleyelim. Bakalım düşük faizli krediler kimlere gidiyor:
Damızlık süt sığırı yetiştiriciliği: Faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; 10 baş ve üzerinde manda veya damızlık süt sığırı işletmesi kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.
Damızlık etçi ve kombine sığır yetiştiriciliği: Üreticilere faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; 10 baş ve üzerinde damızlık etçi ve kombine sığır yetiştiriciliği işletmesi kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.
“Damızlık düve yetiştiriciliği: Karar kapsamında üreticilere faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; 50 baş ve üzerinde işletme kurmaları veya işletme kapasitesini 50 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.
Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği: Faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; 10 baş ve üzerinde kapasiteye sahip büyükbaş hayvan yetiştiriciliği işletmesi kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.
Büyükbaş hayvan besiciliği: Karar kapsamında üreticilere faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; 10 baş ve üzerinde manda dahil olmak üzere besi sığırcılığı işletmesi kurmaları veya işletme kapasitesini 10 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.
Küçükbaş hayvan yetiştiriciliği: Üreticilere faiz indirimli işletme ve yatırım kredisi kullandırılabilmesi için; koyun için en az 50 baş, keçi için en az 25 baş kapasiteye sahip işletme kurmaları veya işletme kapasitesini bu kapasiteler üzerine çıkarmaları gerekir.
Küçükbaş hayvan besiciliği: Kredi kullandırılabilmesi için; 100 baş ve üzerinde küçükbaş hayvan besi işletmesi kurmaları veya işletme kapasitesini 100 baş ve üzerine çıkarmaları gerekir.” (Dünya Gazetesi, Ali Ekber Yıldırım’ın 15 Mart 2015 tarihli yazısından)
Tarımda proleterleşme sürecinin bütün bu nesnel şartlar ve devletin açıkça büyük tarım işletmesini destekleyen politikaları nedeniyle hız kazanması kaçınılmazdır.

İşçi Mücadelesi ve Teknolojik Gelişim

“Tüm üretim araçları arasında en büyük üretici güç devrimci sınıfın kendisidir.”
(Karl Marx, Felsefenin Sefaleti)
Burjuvaziyi ileri teknolojili üretim yapmaya zorlayan sınıf proletaryadır. Proletaryanın mücadelesi, burjuvaziyi teknolojiye yatırım yapmaya zorlamaktadır. 
İşte iki güncel örnek:
Çin:
İnsanlık dışı çalışma ve sömürü koşullarına karşı ülkenin her yanında grevler düzenleyen Çin işçi sınıfının verdiği mücadelenin sonucunda Çin'de işçilerin saat başına ücretleri 2001 yılından bu yana, yılda ortalama %12 yükselmiştir.
Bu yükseliş karşısında Çin burjuvazisi teknolojiye yatırım yapmak zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda 2007-2012 yılları arasında Çin'de işgücü verimliliği yılda %11 oranında artmıştır.
Çin’de grevler devam ettiği için (ücretlerdeki artışa rağmen bir Çinli işçinin ücreti hala Amerikalı bir işçinin ücretinin dörtte birinden azdır) fabrikalar otomasyona para yatırmaktadır ve bu durum işgücü verimliliğini kaçınılmaz olarak artacaktır. Uluslararası Robotik Federasyonu, Çin’in  2013 yılında robotlar için en büyük pazar haline geldiğini, üretilen tüm %20’sinin Çin’e gittiğini belirtmektedir.
İngiltere:
İngiltere’de burjuvazi göçmen işçileri de kullanarak işçi mücadelesini geriletmiş ve İngiltere işçi sınıfı son yıllarda önemli kayıplar yaşamaktadır.
İngiltere'de reel ücretler tarihin en düşük seviyelerinde.   
2008 krizinden bu yana yüzde 10'luk bir düşüş söz konusu.

The Economist dergisinden alınan aşağıdaki grafikte emek üretkenliğinin 2008 krizi öncesindeki tepe noktasının yüzde iki altında olduğunu görüyoruz.


Burjuva İktisatçılar İşsizliği Nasıl Saklayacaklarını Şaşırdı

Resmi rakamlara göre dahi Türkiye’de her yıl 500 bin kişi işsizler ordusuna katılıyor! Sermaye birikimiyle birlikte işsizler ordusu da büyüyor.
2014’te 1.9 milyon kişi hayatlarında ilk defa emek gücünü satmak amacıyla bir işe başvurdu. Bu kişilerin 1.3 milyonu ister artı-değeri doğrudan üretmek ister artı-değerin dağılımında rol almak sömürülmek üzere kapitalist işletmelere girdiler. Geriye kalan 550 bini yedek iş gücü ordusuna eklendi.
Böylece resmi rakamlara göre:
2012 Aralık ayında 2 milyon 576 bin kişi
2013 Aralık ayında 2 milyon 809 bin kişi
2014 Aralık ayında 3 milyon 145 bin kişi
...işsiz durumda.
Ama bunlar gerçek tabloyu yansıtmayan resmi rakamlar.  
Örneğin birkaç ay önce Türkiye İstatistik Kurumu işsizlik tanımını değiştirdi. Sadece bir aydır iş arayanları işsiz saydı. Eskiden üç aydır iş arayanları işsiz sayardı. Böyle yapsaydı işsiz sayısına 300 bin kişi daha eklenecekti.
Ama o eski tanım da bilimsel bir işsizlik tanımı değildi.
Bu tanıma göre “iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar” işsiz sayılmıyordu. Yani bu mantığa göre bir kişi resmen bir şirkete ya da kuruma işe girmek amacıyla başvurmadıysa işsiz sayılmıyor. Resmen bir şirkete ya da kuruma işe girmek amacıyla başvurmayan 2 milyon 418 bin kişi var. Bu kişilerden birini sokakta çevirip “arkadaş, ne kadar şanslısın, resmi bir başvuruyla iş aramaman sayesinde sen işsiz sayılmıyorsun, ne güzel!” desek nasıl bir tepki alırdık acaba?
Özetle,
Devletin işsiz kabul ettiği işsizler 3 milyon 145 bin kişi. Devletin işsiz kabul etmediği ama fiilen işsiz olanlar 2 milyon 418 bin kişi. Toplarsak, işsiz sayısının 5 milyon 563 bin kişi olduğunu görürüz.
Ama burjuva devletinin istatistik cambazlıkları bununla bitmiyor. Biz bu iki rakamı toplasak bile bilimsel olarak Türkiye’de yedek iş gücü ordusunun kaç kişiden oluştuğunu doğru tespit olmayız.
Çünkü kapitalizmin pisliklerini örtmek için elinden geleni yapan burjuva iktisadı işgücüne katılma oranı diye bir kavram uydurmuş.
Burjuva iktisatçıları, İşgücüne katılma oranını istihdam eden ve işsiz nüfus toplamının, çalışabilir toplam nüfusa (12 ve üzeri yaşa) oranı olarak tanımlar.
Türkiye’de de bu rakam yalnızca yüzde 50’dir. Yani, 15 yaş üzerinde ve çalışabilecek durumda olan nüfusun sadece yarısı çalışır ya da çalışmak için resmen başvuru yapar. İşsizlik oranları da “çalışabilir toplam nüfus” baz alarak yapılır.

Daha somut olarak söylersek:
Türkiye’de 15 yaşın üzerinde 55 milyon 935 bin kişi var, yani yaklaşık 56 milyon kişi çalışabilir durumda. Ama bu rakamın 27 milyon 707 bininin çalışmaya hazır olmadığı, çalışma hayatının dışında olduğu söyleniyor. Başka deyişle, bu insanlar yok sayılıyor ve işsizlik oranı geriye kalan 28 milyon 228 bin kişi baz alınarak hesaplanıyor.
Çok güzel, peki burjuva iktisatçılara göre nüfusun yarısı neden çalışamaz durumda? Neredeyse 28 milyon kişinin yok sayılma nedeni nedir? Bu insanların çalışamaz durumda olmasının haklı bir gerekçesi var mıdır?
Bu 28 milyonun, yaklaşık 4 milyonu emekli, yaklaşık 3 buçuk milyonu çalışamayacak durumda, 5 milyona yakını eğitime devam ettiği için çalışmayanlar oluşturuyor. Geriye kalanı ise 11.5 milyon kadın. Bu 11.5 milyon kadın “çalışabilir toplam nüfus”a dahil edilmiyor.
Bu kadınlar burjuva devletine, burjuva iktisatçılarına göre neden işgücü içerisinde yer almıyor Bunun nedeni “ev işleri”! Ev işleri varmış! O yüzden çalışabilir sayılmaları doğru olmazmış! Bu yüzden işsiz sayılmıyorlar.
Özetlersek, nüfusun belli bir kısmını “gereksiz” gören bir yaklaşıma sahip olmayan herkesin anlayabileceği gibi yedek sanayi ordusu burjuva devlet ve burjuva iktisatçılarının göstermeye çalıştığından çok daha fazla.
Burjuva devletin istatistikçileri ne yaparlarsa yapsınlar büyüyen işsizliği saklayamıyorlar. Son dönemde büyümedeki düşüş ortada: 2012-2014 arasındaki ortalama büyüme oranı yüzde 3. Bu rakam son 60 yılın ortalama büyüme oranı olan yüzde 4.7’den daha düşük. Bu düşük büyüme oranı üstelik yurtdışından dolar borçlanmanın en yüksek olduğu, doların arttığı bir dönemde yaşanıyor.