22 Mayıs 2016 Pazar

Latin Amerika’da Neler Oluyor? - Venezüella Komünist İşçi Hareketi üyesi Antonio Fuenmayor'la Röportaj


Latin Amerika'daki son gelişmelerle ilgili olarak Internet üzerinden, 
Venezüella Komünist İşçi Hareketi üyesi Antonio Fuenmayor'la röportaj yaptık. 


Latin Amerika’da Neler Oluyor?

Venezüella Komünist İşçi Hareketi üyesi Antonio Fuenmayor'la Röportaj

Son dönemde Latin Amerika’da bir dönem kapanıyor, “sol” iktidarlar ardarda yıkılıyor. “XXI. Yüzyıl Sosyalizmiyle” ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu akımın tarihsel rolü nedir?

Latin Amerika’da bir dönemin kapandığını düşünmüyorum; dünya devriminin geri çekildiği bir dönemin Latin Amerika’daki bir yansıması yaşanıyor halen. “XXI. yüzyıl sosyalizmi” dedikleri şey bir safsata, “sosyal-demokrasi”nin giydiği bir kıyafet sadece. Bu bilim dışı, anti-marksist akımın oynadığı tarihsel rol Latin Amerika halklarının devrimci yürüyüşünü yavaşlatmak olmuştur.

“XXI. Yüzyıl Sosyalizmi”, hammadde fiyatlarının çok yüksek olduğu son 15 yılda, bazı Latin Amerika ülkelerinde,  kapitalizmin “düzenlenmesine" ve görünüşte “sol” olan ama özünde iliklerine kadar burjuva olan popülist partiler tarafından uygulamaya sokulan ekonomi politikalarına verilen isimdir. Kapanan bir dönemden söz edeceksek, bol yatırım ve yüksek karların olduğu bir dönem kapanırken, sefalet ve yoksulluğun artacağı bir döneme girdiğimizi, kapitalizmin Latina Amerika'da kriz çevrimine girdiğini söyleyebiliriz.

Küba’nın son 15 yılda iktidara gelen bu sol hükümetlere karşı tavrı nasıldı? Bu ülkelerle Küba arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlamak gerekir?

Küba Komünist Partisi, bu “sol” partilerin burjuva karakterini hiç belirtmedi. Bunun yerine, örneğin Arjantin’deki Cristina Kirshner hükümetini “Latin Amerika’daki savaşımın ulaştığı en yüksek nokta” olarak tanımladı.( http://www.rosarionet.com.ar/rnetw/nota120101). Benzer yorumları bütün bu sol görünümlü hükümetlerle ilgili olarak yaptı ve bu yorumlar uluslarası düzeyde bu burjuva partilerin sınıf mücadelesinde oynadıkları rol hakkında net bir kanıya varılmasını engelledi. Ayrıca, bu “sol” görünümlü hükümetlerden proletarya iktidarı için nasıl yararlanılabileceği konusunda düşünülmesini engelledi.

Bu yüzden, Küba’nın burada oynadığı rol, İspanyol edebiyatının ünlü çöpçatan karakteri “Celestina”nın rölüne benziyor. Örneğin yolsuzluğa batmış, boş bir ideolojiye sahip bir hükümet olan Venezüella hükümetini “devrimci” olarak niteledi. Bunun karşılığında Venezüella’dan ucuz petrol aldı ve büyük ticari avantaj elde etti.   

Küba’daki reform süreciyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Küba “Komünist” Partisi devrimci kampı terk etti. Yönetimi yozlaştı, diyalektiği, somut koşulların somut tahlilini bir tarafa bıraktı, taban için, halk kitleleri için ulaşılmaz, yalıtılmış, üyelerinin pek çok ayrıcalıklara sahip olduğu, devriminin tarihsel ideallerinden uzaklaşmış bir partiye dönüştü.

Küba’daki reformlar içe ve dışa yönelik. İçe yönelik reformlar, piyasanın büyütülmesi ve ulusal ekonomide giderek ağırlık kazanması yönünde. Dışa yönelik reformlar dünya kapitalizminin yabancı sermayenin girişi ve yerel halkın yoksullaşması temelinde ülkeye girişine dönük. Bu dışa açılımda en başta her emperyalist ülke gibi etkili olduğu piyasa alanını genişletmek isteyen ABD emperyalizmi geliyor. “Eski siyasi rakiplerin” pazarlığı olarak yansıtılan bu süreç, tabii ki Küba’da sosyalizmin gelişmesine katkıda bulunmuyor. Tersine, eğilim Küba’da kapitalizmin gelişmesi yönünde.  

Ama ABD’yle yaşanan yakınlaşma süreci Küba devriminin bir başarısı ve ABD emperyalizminin zorunlu olarak attığı bir geri adım olarak yorumlayanlar da oluyor.

Evet, Küba “Komünist” Partisi’nin bu yalanı söylemesinin nedeni şu: aldığı kararları başka türlü kabul ettirme imkanı yok. Ortada emperyalizmin verdiği bir taviz yok. Şu anda Küba’nın kapitalist gelişimi çerçevesinde bu gelişimin hızına ilişkin bir pazarlık söz konusu. Ayrıca, Küba piyasasına girmeye çalışan ve bu pazarlıkları yürüten tek ülke ABD değil. Çin, Rusya ve diğer Latin Amerika ülkeleri (özellikle bu ülkelerin tekelleri) de kan kokusunu almış köpekbalıkları gibi, Küba pazarına en hızlı girişi yapmak için rekabet ediyorlar.  

Arjantin’de Cristina Kirshner’den sonra yakın zamanda Brezilya’da da Dilma Rousseff iktidardan indirildi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Brezilya işçi sınıfı ve emekçi kitleleri de “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” denilen sahte-devrimci akımın kurbanı oldu. Dilma, diğer ülkelerdeki örnekleri gibi, yolsuzluğa batmış bir sosyal-demokrat hükümetin temsilcisi. Yine bu sahte-sol iktidarların bulunduğu ülkelerin çoğunda olduğu gibi, komünistler bu hükümetleri teşhir etmek, onların sınıfsal kökenlerini göstermek yerine bu iktidarların kuyrukçuluğunu yaptıkları için, bu hükümetler düşünce iktidar sağ-faşist güçlerce kolayca gasp ediliyor.   

Bu “sol” hükümetler kendi besledikleri bir canavar tarafından alaşağı ediliyorlar. İsimlerine (Brezilya İşçi Partisi) ve söylemlerine inanan kitlelerden gizli bir biçimde, kapalı kapılar altında burjuvaziyle sürekli pazarlık ettiler. Pazarlık ettikleri güçler, artık işe yaramaz hale geldiklerini hissettikleri anda bu “sol” hükümeti indirdiler.   

Çin ekonomisi yavaşlayınca, bu ülkeye hammadde ihraç ederek yıllardır hızla büyüyen Brezilya ekonomisi çok yavaşladı; dolar yükselince Brezilya kapitalizmi yüz yıldır görmediği kadar ağır bir krize battı. Brezilya tekelleri artık, işçi sınıfına daha fazla taviz vermek istemediği için halkın gözünü boyayan sosyal programları uygulayan (bunu da yukarıda sözünü ettiğim pazarlık sürecinde sürekli azaltarak yapan) sosyal-demokrasi yerine acilen ihtiyaç duyulan reformları uygulamaya koyacak, teknokratlardan oluşan bir “hükümet”i tercih ettiler.  

Son olarak, Venezüella’nın durumuyla ilgili görüşlerinizi almak isteriz...

Bu geniş konuyu elimden geldiğince kısa bir biçimde özetlemek istiyorum.

Allanıp pullanan “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi”, Venezüella’da doğdu, Chavez’in iktidara gelmesiyle duyulur oldu. Öncelikle şunu söyleyelim, Chavezcilik tutarlı bir ideoloji değildir. Chavez, halkın umutlarını arkasına alarak, seçimlerle, barışçıl bir biçimde (Allende tarzında), iktidara gelinebileceği düşüncesinin yayıldığı, kitlesel hareketin sola kaydığı, sağ partilerin maskesinin düştüğü, işçi sınıfının örgütlü ve etkili bir partisinin olmadığı bir ortamda öne çıkmıştı. Müthiş bir ideolojik kafa karışıklığı vardı ve Troçkist “aydınlar” partisiz, ideolojisiz bir hareketin toplumu sosyalizme götürebileceği yalanını doğrudan ve dolaylı olarak yayıyorlardı. Troçkistler, “XX. Yüzyıl Sosyalizmini” bürokratizm olarak kötüleyerek, “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” ideolojisinin önündeki engelleri temizliyordu. Aslında, “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi” “biz XX. yüzyılda yapıldığı gibi burjuvaziyi mülksüzleştirmeyeceğiz” demenin utangaç bir ifadesiydi.  

Chavezcilik, işçi sınıfının ve kitle hareketinin daha ileri gitmesini engelleyen bir baraj görevi gördü. Venezüella’daki kapitalist sistemin temellerine dokunulmadı. ABD emperyalizmine karşı petrol gelirinin ülke içinde kaldığı söylense de, Çin emperyalizminin ABD emperyalizmden doğan boşluğu hızla doldurduğunu, bu ülkenin Venezüella’yı borç batağına sürüklediğini, verdiği borç karşılığında petrol başta olmak üzere tüm madenlerine önümüzdeki elli yıl boyunca çok ucuz bir fiyatla el koyduğunu görüyoruz.

Chavez sonrasında iktidara gelen, politik ve ideolojik ahlaktan yoksun bir kişi olan Maduro’nun döneminde petrol fiyatlarının da düşmesiyle ekonomi çok daha kötüye gitti; Maduro eşini, dostunu önemli devlet mevkilerine getirdi, ekonomik krizin bütün sonuçlarını işçi sınıfının omuzlarına yükledi, burjuvaziyi sıkıştıracak, geniş halk kitleleri yararına tek bir reform bile yapmadı. Şu anda, enflasyon yüzde 300 civarında. En temel ihtiyaç malzemelerini almak için saatlerce kuyruğa girmek gerekiyor. İlaç bulunamiyor, soygun tehlikesi nedeniyle sokaklarda rahatça yürünemiyor. İşçi sınıfı ekonomik bir çöküş yaşıyor.  

Diğer ülkelerde olduğu gibi, Venezüella’da da işçi sınıfının bağımsız politikasını izleyen bir güçlü bir komünist parti olmadığı için sağ partiler sallantıdaki Maduro iktidarını ellerine geçirmeye daha yakınlar. Pek çok sol parti, farenin ağzı olmak yerine kaplanın kuyruğu olmayı tercih ettiler.