24 Aralık 2014 Çarşamba

Ankara Valisi'nden Suriyeli Göçmenlere: "Çekin Gidin!"


Pek çok gazetede Antalya Valiliği'nin, çıkardığı tebligatla kentteki 1500 Suriyeli'den kenti terk etmelerini istediğini okuduk.

Antalya Valisi Muammer Türker şöyle demişti:

"Kenti Suriyeliler için bir cazibe merkezi olmaktan çıkarmak isttiyoruz. Prensip olarak Suriyelilerin Antalya'da kalıcı olmaması planlanıyor."

"Suriyeliler, Antalyalı işverenlerden de alacakları olduğunu söylüyor.
En çok 30 lira yevmiye kazandıklarını söyleyen Suriyeli sığınmacılar, gün içinde kazandıklarını harcadıklarını ve para biriktiremediklerini belirtiyor. Bu yüzden de başka şehre gitmelerinin mümkün olmadığını söylüyorlar."

İlginç, Suriye'den gelen göçmenleri "bağırlarına bastığını" söyleyen devlet yetkilileri acaba neden Antalya'daki en yetkili ağzından göçmenlere açık açık "gidin buradan" diyor acaba? Neden özellikle Antalya'da böyle bir tutum takınılıyor?

Çünkü Antalya'nın asıl geçim kaynağı turizm. Suriyeli göçmenler, turizm sektörü için uygun değil. Her şeyden önce dil sorunları var, turizm sektöründe de eğitilmemişler.

Suriyeli göçmenlerin konuşmadan (yani dil sorunu yaşamadan) günde 15 saat sömürülebilecekleri, hem de bu sömürü sırasında merdivenaltı küçük atölyelerde gözden ırak olacakları pek çok sanayi sektörünün daha gelişmiş olduğu iller var. Türkiye burjuvazisine ve onun devletine göre Suriyeli göçmenlerin yeri bu iller. İşte burjuvazi göçmenleri bu sömürü merkezlerinde "bağrına basıyor".

Türk devletinin Antalya'da Suriyeli göçmenlere yönelik burjuva ölçütlerine göre bile "hukuk dışı" olan bu tutumu Türkiye burjuvazisinin Suriyeli göçmenlere (ve aynı zamanda tüm diğer göçmenlere) yaklaşımını ele veriyor, "kardeşlerimizi zor günlerinde bağrımıza bastık" söyleminin nasıl ikiyüzlüce bir yalan olduğunu, bu insanların onlar için sadece sömürülecek ucuz işgücünü ifade ettiğini açığa vuruyor.




Birbirini Tamamlayan Birkaç Haber


- Maliye Bakanı Şimşek'in açıklamasına göre, devlet kurumlarında kullanılmak üzere lüks araçlar kiralanıyor. Kiralanan araç sayısı 32.932’ye ulaşmış durumda.

- 12 yılda bütçe 4 kart artarken örtülü ödenek harcaması tam 12 kat arttı.

- 2015 yılı bütçesi 297 kabul 144 ret oyuyla kabul edildi. "Savunma" ve "güvenlik" hizmetlerine 58 milyar lira ödenek ayrılırken, sağlık hizmetleri için 22 milyar lira ödenek ayrıldı. (Türkçesi: Zenginlerin devletin gelirlerinin %70'ini dolaylı vergi olarak ödeyen geniş kitlelerden korunması için ayırdığı bütçe bu kitlelerin sağlığına harcanan bütçenin iki katı)

- Diğer taraftan  enflasyon yüzde 9,5 olduğu koşullarda emekli maaşları yüzde 3 oranında "arttı".

- Kitleler yoksullaştıkça iç talep düşüyor. Dünya gazetesi haberine göre:

"Bir önceki yıla göre olmak üzere taşıt hariç harcamadaki reel artış 2012'de yüzde 4.90'a, 2013'te yüzde 0.70'e indi. Bu yıla geldik, 2013'e göre reel artış değil, yüzde 1.20'lik reel bir gerilemeyle karşılaştık."


23 Aralık 2014 Salı

Artan Dolar, Düşen Karlar, Sızlanan Burjuvazi

Kasap et, koyun can derdinde. Milyonlar artan enflasyondan, borçlardan, düşük asgari ücretten, fazla çalışma saatinden şikayet ederken, toplumun egemen azınlığının derdi başka.

O, doların yükselmesiyle artan maliyetlerine, azalan karına ağlıyor.

İşte bir örnek.

Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Başkanvekili Alper Kanca diyor ki:

"Makinelerimizi, tesislerimizi yeterince yüksek kapasite ile kullanamıyoruz. Milyarlarca avro ya da dolar ödeyerek ithal ettiğimiz makinelerden yeterince verim alamıyoruz. ...Bakım ve Yardımcı İşletmeler yöneticilerinin eski alışkanlıklarından kurtulmaları, gittikçe daha pahalı hala gelen kaynakları daha verimli kullanmaya yönelik çalışmaları yapması gerekiyor."

Tasarruf, tasarruf, tasarruf...

Kanca, üretimin teknik nedenlerle geçici olarak durmasına atıfta bulunuyor.

Ama bu sızlanmalar, bir grev ya da direniş dolayısıyla üretim dursa burjuvazinin özellikle bu dönemde nasıl büyük bir tepki göstereceğini, devletin baskı aygtının nasıl seferber edileceğini bize gösteriyor. Ayrıca, burjuvazinin  çalışma ortamının güvenliği gibi "gereksiz ayrıntılarla" kaybedecek zamanı olmadığını, sendikalaşma gibi eylemlere işten atmayla karşılık vereceğini de bize sezdiriyor.

18 Aralık 2014 Perşembe

Sermaye Devleti İş Cinayetlerini Nasıl ve Neden Teşvik Ediyor?

2012 yılında çıkarılan sözde “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası” uyarınca 1 Ocak 2014 tarihi itibariyle  iş sağlığı ve güvenliği personelini görevlendirmeyen “tehlikeli ve çok tehlikeli” sayılan iş kollarında faaliyet gösteren işyerleri her ay 14 bin lira ceza ödemek zorundaydı.

Türkiye’de  “tehlikeli ve çok tehlikeli” kategorisinde sınıflandırılan 680 bin işletme var. İşçi düşmanı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in kendi açıklmasına göre bu 680 bin işletmenin ancak 210 bini gerekli personeli görevlendirmiş. Geriye kalan 470 bin işletme hiçbir iş sağlığı ve güvenliği personeli görevlendirmeye tenezzül etmemiş, kitlesel bir biçimde yasayı boykot etmişler.

Peki buna karşı burjuva ahırında ne yaptılar?

9 Aralık tarihinde “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Tasarısı” TBMM'ye sunuldu. Burjuva ahırında alışkanlıktır, işçi sınıfı aleyhine alınan her karar işçilerin lehine kararlarmış gibi takdim edilir. Bu sefer de aynısı yapıldı.

Tıpkı daha önceki iş güveliği paketlerinde yapıldığı gibi uygulanmayacağı zaten bilinen, patrona yükümlülükler getiren bir dizi önlem sıralandıktan sonra asıl bomba patlatılıyor:

“Yürürlük tarihinden itibaren 3 ay içinde  iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirme yükümlülüğünü yerine getiren işverenlere geriye dönük idari para cezası uygulanmayacak.”

Böylece bu yeni kanunun asıl yapılış amacı ortaya çıkıyor: burjuva ahırı 470 bin patrona çaktırmadan af çıkarmış oluyor. İşçilerin hayatını hiçe sayan bu 470 bin patronun her biri ayda 14 bin liradan bir yılda 168 bin lira ceza ödemekten kurtulmuş oluyor.  

Pek çok büyük ekonomiye sahip ülkenin aşırı üretim krizinden henüz çıkamadığı, pazarın daraldığı, en büyük emperyalist devletlerin maliyetlerini düşürmek için kıyasıya kur savaşlarına girdiği bir dönemde Türkiye’de burjuvazinin ve onun aygıtı olan devletin işçi sınıfı lehine burjuvazi aleyhine yasalar çıkarmasını beklemek saflık olurdu doğrusu.

Biraz daha ayrıntıya inersek:

Sanayide büyüme oranları düşüyor. Dünya ortalamasının üzerinde enflasyona maruz, dünya ortalamasının üzerinde vergi ödeyen, OECD ortalamasının üzerinde işsizlikten muzdarip, borçları her gün artan kitleler giderek yoksullaştığı için iç talep düşük. Sanayi 2002 yılından beri 2008-2009 kriz dönemi dışında en düşük büyüme oranlarına sahip.

Ekim ayında tahvil alım programını sonlandırarak para basmayı durduran ABD Merkez Bankası 2015 yılı içinde de faiz artırımlarına başlayacağını açıkladı. Bu, uluslararası finans kapitalin paralarını Türkiye gibi riskli gördükleri ülkelerden daha az faiz alsalar da daha güvenli buldukları ABD’ye çekmesi anlamına geliyor. Bu da, Türkiye’de döviz sıkıntısı yaratacak, TL’nin dolar karşısında değerini düşürecek. Dolar yükselince, patronların dışarıya borcu da artıyor. Örneğin Ekim ayında dolar 2.21 lirayken Türkiyeli patronların 279.2 milyar dolar borcu vardı. Bu da 619 milyar liralık borç demek. Ama örneğin dünü ele alalım, dolar 2.37 liraydı, 279.2 milyar dolarlık bu borç 663.1 milyara çıkmış oldu. Yani dolar yükselince patronların borcu bir buçuk ayda 44.1 milyar lira arttı.

Bu şartlar altında işçi sınıfına karşı saldırıların azalmasına olanak yok. Bu yüzden, patronlar işçi kanıyla rakipleriyle rekabet ederken iş cinayetleri TBMM çatısı altında bu cinayetleri yasaya uydurmaya devam edecektir.