30 Eylül 2016 Cuma

Uluslararası Finans Kapital OHAL’in Uzatılmasını Nasıl Değerlendiriyor?

Sorunun yanıtını vermeden önce, Lenin’in benzer bir durumu nasıl incelediğine göz atalım.

Lenin, 5 Nisan 1905 yılında Vperyod gazetesine yazdığı yazıda, Rusya’ya borç veren Fransız sermayesinin Rusya’nın Japonya’ya karşı savaşı kaybedeceğinin anlaşılması, Rusya içinde kitlelerin ayaklanması sonucunda endişelenip bu ülkeyye daha fazla borç vermeyi reddetmesini değerlendirir. “Bir taraftan sermayenin otokrasiye güveni artık kalmamış; diğer taraftan, sermaye devrimden korktuğu için Japonya’yla barış imzalaması ve Rus liberal burjuvazisiyle anlaşması yönünde otokrasiye baskı yapıyor.”

İlginç olan, Lenin’in burada söz konusu olanın sadece bir gazete haberinden ibaret olmadığını düşünmesi. Lenin’e göre, Avrupa burjuvazisi  “otokrasiye olan güvensizliğini, ona para vermedeki isteksizliğini” The Times gazetesi aracılığıyla ifade ediyor: “Bu bir beyan değil, bir uyarı. Bir şaka değil, bir ültimatom. Avrupa sermayesinin Rus otokrasisine verdiği bir ültimatom.”

Lenin’in değerlendirmelerini okumaya devam edelim:

“Bu finans dergisi Rus otokrasisine acı gerçekleri söyledikten sonra, bazı burjuva tesellileri de ekleyerek, hemen barış yapabilirsen ve liberallere bir takım önemsiz tavizler verirsen hiç süphesiz yine sana borç olarak milyonlar vermeye başlayacağız diyor.

Aslında uluslarası burjuvazinin Rusya’yı devrimden ve Çarlığı tam bir yıkımdan korumak için yaptığı bir spekülatif kumara şahit oluyoruz. Spekülatörler borç vermeyi reddederek Çar’a baskı yapıyorlar. Güçlerini, para torbalarının gücünü kullanıyorlar. Rusya’da ılımlı ve düzenli bir anayasal-burjuva (ya da sözde anayasal) rejim istiyorlar.”

Görüldüğü gibi 1905 yılında da uluslararası finans kapital hem verdiği borçları geri alabilmek hem de kendilerine bağımlı olan ülkedeki “kötü yönetim”in kitlelerin huzursuzluğun artmasını engellemek için bir taraftan bir finans gazetesi aracılığıyla mesaj veriyor, diğer taraftan kredi musluklarını kapatma tehdidinde bulunuyor.

Bu anlatılanları aklımızda tutarak asıl konumuza dönelim. Tayyip Erdoğan OHAL’in uzatılmasıyla ilgili olarak 29 Eylül tarihinde şu açıklamayı yaptı:

“Bu devletin, bu terör organlarının uzantılarından arındırılması için zamana ihtiyacı var. Biz şu anda zamanla yarışıyoruz. Mesele öylesine derin ve öylesine girift ki 3 aylık sürenin yeterli olmayacağı görülüyor. Bunun için dün yaptığımız Milli Güvenlik Kurulu toplantısında olağanüstü halin 3 ay daha uzatılması hükümete tavsiye edildi. Hükümetimiz de gerekli değerlendirmeleri yapacak, gerekli adımları atacaktır. ...'Bir yıl olağanüstü hal Türkiye için doğru değil, şu üç ayı bir daha uzatmayın ha'. Dur bakalım, sabırlı ol. Belki 12 ay da yetmeyecek.”

ABD’li finans tekellerinin sözcüsü Financial Times gazetesi, OHAL’in uzatılmasını bir zayıflık belirtisi olarak görüyor. 30 Eylül tarihinde bu gazetede şunları okuyoruz:

“Bu gelişmeler [OHAL’in uzatılması] hükümetin günlük faaliyetlerini yönetebilmek için bir ‘kriz moduna’ giderek daha bağımlı olduğunu gösteriyor. Olağanüstü halin Bay Erdoğan’a daha fazla yetki veriyor olmasına rağmen olağanüstü hale duyulan bu bağımlılık bir zayıflık hissini ele veriyor. Demek ki Bay Erdoğan fiili yetkilerini verirse kaybedeceklerinin kazanacaklarından daha fazla olacağını hesaplıyor.

Hem Moody’s hem de S & P adlı kredi derecelendirme kuruluşları yavaşlayan büyüme ve yüksek borçluluk seviyeleri dışında politik istikrarsızlık ve kurumsal güçteki erozyonu Türkiye’nin yatırım yapılabilir seviyeden çıkarılmasına gerekçe gösterdiler. .... Üçüncü büyük kredi değerlendirme kuruluşu Fitch önümüzdeki yılın başında Türkiye’nin kredi notu konusundaki kararını ilan edecek. Her üç kuruluştan da gelecek bir not düşüşü Türk varlıklarının satılmasına, bankaların borçlanma maliyetlerinin artmasına ve liranın değerinin düşmesine yol açacak.”

Türkiye’ye yatırım yapan finans tekelleri Türk devletinin durumu idare ediş biçiminden, gündelik işleri bile sürekli kriz çıkartarak yapmak zorunda kalmasından memnun değil, bunu tehlikeli buluyorlar.  

Kendi açılarından haksız da sayılmazlar. Türkiye ekonomisi ve siyaseti, eskisi gibi “tekin” değil.

Evet, henüz Türkiye ekonomisinde bir aşırı üretim krizinden söz edemiyoruz. Sanayi üretimi 2009 yılından 2015 yılına kadar sürekli arttı. Ama nasıl bir artış bu? İstikrarlı bir büyüme mi? Hayır değil. İnişli çıkışlı bir büyüme söz konusu. Ayrıca, büyüme oranları da küçülüyor. Bu durum - dünya ekonomisindeki sıkıntıların da etkisiyle - sonunda bir aşırı üretim kriziyle sonuçlanabilir. Böyle bir dönemde, kredi notunun düşmesiyle yabancı bankalardan daha maliyetli borç alınması ve doların değerinin artması, uluslararası sermayeye dolar cinsinden borçlu Türk burjuvazisinin pek işine gelen bir durum olmaz.

Erdoğan’ın “biz şu anda zamanla yarışıyoruz” sözü önemli. Gerçekten de, işçi sınıfına saldırının burjuva dilindeki ifadesi olan “yapısal reformlar” kapıda. Türk burjuvazi başka çıkış göremiyor.