30 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye'de İş Cinayetlerinin Sınıfsal Nedenleri

Karaman'ın Ermenek İlçesi'ndeki Pamuklu Köyü yakınlarındaki kömür ocağında işçi yaşamının hiçe sayıldığını bir kere daha gördük.

Burjuvazi işçi kanıyla beslenerek büyümeye devam ediyor.

Öfkeli sözler ve gözyaşı dökerek tepki vermekle yetinmek yerine somut talepler ortaya koyup bunlar için mücadele etmemiz gerekiyor.

Çünkü burjuvazi tam da bunu yapıyor. Kameralar önünde halkı aldatmak için döktükleri timsah gözyaşları bir yana, son derece soğukkanlı ve tutarlı bir biçimde kendi çıkarlarını koruyan politikaları hayata geçiriyorlar. Yılın dokuzuncu ayında 1414 işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesi onları hiç etkilemiyor. Marx’ın Kapital’de belirttikleri Türkiye’nin burjuvaları için de tamamen geçerlidir:

“Après moi le déluge! (Benden sonra tufan!) Her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin parolası budur. Bundan dolayı, toplumdan gelen bir zorlama olmadığı sürece, sermaye, işçinin sağlığına ve ömrünün uzunluk veya kısalığına karşı kayıtsızdır. İşçinin beden ve ruhça bozulduğu, zamansız öldüğü, aşırı çalışma işkencesi altında kıvrandığı yolundaki yakınmaya onun cevabı şudur: Bu acılar keyfimizi (kârımızı) artırdığına göre, niye bizi dertlendirsin?” (Marx, Kapital, Cilt 1)

Tek tek kapitalistlerin niyetlerinin de ötesinde, Türkiyeli kapitalistler ve TC devleti kapitalist üretimin yasalarına, özellikle rekabet yasasına uygun hareket ediyorlar.

Bu rekabet Türkiye koşullarında şöyle vücut buluyor:

Türkiye burjuvazisi üretim araçlarının önemli bir kısmını dışarıdan getiriyor yani başka kapitalistlerden satın alıyor. Sırf bu yüzden ülkeden çıkan döviz ülkeye giren dövize göre daha fazla. Aradaki bu farkı dolar cinsinden borç alarak ve ülkede üretilen artı değerin bir kısmını uluslararası finans kapitalle paylaşarak geçici olarak ve gelecek olan krizi ileride daha büyük bir kriz yaşama pahasına kapatıyor. Güçlü olduğu sektörlerde kar oranları sınırlı. Artık bu karlar belli bir büyüklüğe ulaşan sermayelerini doyurmaya yetmiyor. Bu yüzden, daha az sayıda kapitalistin bulunduğu, sermayenin organik bileşiminin (değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının) daha yüksek olduğu sektörlere geçmek (“üst lige çıkmak”) istiyorlar. Ama bu ciddi bir sermaye birikimi demektir. Elde ettikleri artı-değeri uluslararası finans kapitalle paylaştıkları, daha fazla sermaye yatırımı isteyen sektörlerde (üretim aracı ve hammadde üretilen sektörlerde) kendilerinden daha ucuza üretim yapan yabancı burjuvalara fazladan para verdikleri bu koşullarda tek umutları işçi sömürüsünü son haddine çıkarmak.

Kendi yaptıkları hesaba göre bu hedeflerine ulaşmak için her sene yüzde beş büyümeleri gerekiyor.  Hükümet programına da yansıyan bu hedef burjuvazinin en önde gelenlerinin dilinde.

Mustafa Koç:

"Yüzde 2,1’lik büyüme oranı Türkiye için yeterli değil. ... yüzde 5, 5.5 büyümesi lazım her sene... Orta ve uzun vadeli büyüme modeli tekrar ele alınmalı... Babacan yüzde 100 haklı. Türkiye inşaatla değil sanayi ile büyümeli".

Güler Sabancı:

"(Büyüme hızı) gelecekte yeterli değil; makro istikrari bozmadan %5-6 büyümeyi başarmamız lazım". ... en az %5-6 büyümeyi gerçekleştirebilmemiz için ekonomi ve sanayi politikamızda kapsamlı, uzun vadeli, cesur ve gerçekçi reform gerekiyor.”

Burjuvazi bu hedefleri gerçekleştirmek için her türlü cinayeti son derece soğukkanlı bir biçimde işler.

Söz konusu sektör kömür gibi elektrik enerjisinin bir kısmının üretildiği bir sektör olunca tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komite olan devlet özel olarak sömürü koşullarını sistematikleştirmek için seferber olur. Kömür sektörü doğal gaz ve hidroelektrik sektörleriyle birlikte enerji sektörünün temel sütunlarından biridir.

Devletin bu işle özel olarak ilgilenen birimi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır. Bu Bakanlığın başında işçi düşmanlığıyla ünlü Taner Yıldız gelmektedir. Bir başka işçi düşmanı dönemin Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu’nun sessizce dinlediği konuşmasında Yıldız şöyle demişti:

“Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmen çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz”.

Burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten komitenin enerjiden sorumlu bakanı çok iyi biliyor:

Bugün Türkiye’de tüketilen enerji kaynaklarının yüzde 73'ü dışardan sağlanıyor. Türkiye içinde tüketilen yerli kaynak kömürün oranı ise yüzde 25 civarında.

Ayrıca, Türkiye’de kömür fiyatları dünya fiyatlarının üzerinde seyrediyor. Bir gazete haberine göre: “Dünya ekonomisinin büyüme hızındaki yavaşlama nedeniyle kömür fiyatları son üç yılda yüzde 47 oranında, aynı dönemde ham petrol fiyatları yüzde 23 oranında geriledi. Aynı dönemde Türkiye’de kömür fiyatları yüzde 35, petrol fiyatları yüzde 20 oranında çoğaldı.”

Türkiye’de sanayide kullanılan elektriğin yüzde 25’i kömürden üretiliyor. Bu oran başka ülkelerle karşılaştırıldığında düşük. Hükümet bunu yükseltmeyi hedefliyor. Bir taraftan bunu yükseltirken kömürü de mümkün olduğunca içeride üretmek istiyor. Bu hedef “2010-2014 Dönemi Stratejik Planı”nda programlaştırılmış ve katı bir biçimde uygulanıyor.

Bu plandan aktaralım:

“Ülkemizde de dünya ortalamasının üzerinde gerçekleşmeye devam eden talep artışı ve buna bağlı olarak artan yatırım ihtiyacı, yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılmaktadır. (...)

Cumhuriyetimizin 100. Yılı olan 2023 yılına kadar tüm yerli kömür ve hidroelektirik potansiyelimizin ekonomimize kazandırılması...hedeflenmiştir. (...)

Elektrik üretiminde kullanılan yerli kaynaklarımızdan linyitten elde edilebilecek elektrik enerjisi üretim potansiyeli toplam 120 milyar kWh/yıl olup, potansiyelin yüzde 44’lük bölümü değerlendirilmiştir. 11 milyar kWh/yıl potansiyele sahip olan taşkömürünün ise yüzde 32’lik kısmı değerlendirilmiş durumdadır.”

Bakanlık kullanılan kaynakları az buluyor ve bunu artırmanın yolunu madenlerin özelleştirmekte, yeni maden ocaklarının açılmasını kolaylaştırmakta buluyor:

“...rekabetçi bir serbest piyasa oluşumu çalışmalarına devam edilecek.

Bu çerçevede, elektrik enerjisi piyasasında rekabetçi piyasa oluşumu araçları arasında yer alan üretim ve dağıtım özelleştirmeleri planlanan süreç içerisinde tamamlanacak ve rekabete dayalı, serbest piyasa kuralları çerçevesinde işleyen bir piyasa oluşturulacaktır.”

Buna uygun olarak özelleştirmeler de hız kazanmıştır.

Ayrıca yasalardaki boşluklardan yararlanarak maden işleri taşeron olarak üretim yapan üçüncü kişilere 5-10 yıl süreli özel sözleşmelerle devredilmesi (rödövans sistemi) yaygınlaştırılmıştır.

Türkiye burjuvazisine hizmeti önüne hedef olarak koyan Taner Yıldız lafını hiç sakınmamaktadır:

"ABD’de üretilen kömür miktarı yüzde 45 civarında. Biz de böyle bir algı yoktur. Ama ABD’de dahil kömürden elektrik üretiminin neredeyse üretimin yarısını karşılıyor. Dünyada bütün ülkelere baktığımızda 2035 yılında Uluslararası Enerji Ajansları'nın tahminlerine göre, dünya enerji üretiminin yüzde 35’ini kömürden karşılayacak. Şimdi bütün eller kömürden yaksın, Türkiye’ye gelince kömür kirli olsun. Mahallenin delisi biz miyiz yav? Başkaları kömürden elektrik üretecek Türkiye üretmeyecek."

Görüldüğü gibi madenlerdeki bu korkunç iş cinayetleri tesadüfen oluşan, tek tek bireylerin “vicdansızlığı” ya da “açgözlülüğü”nden kaynaklanan yalıtık olaylar dizisi değil, Türkiye burjuvazisinin girişmiş olduğu amansız rekabetin doğurduğu ihtiyaçtan kaynaklanan ve devletin burjuvazinin çıkarlarına uygun olarak sistematik olarak planladığı ve uygulamaya koyduğu politikaların kaçınılmaz bir sonucudur.

Burada söz konusu olan “iktidar hırsıyla deliye dönmüş” AKP’nin “çılgınca” uygulamaları değildir. Bu bir sınıf politikasıdır ve burjuvazi tarafından finanse edilen, burjuva ideolojisini yayan CHP, MHP vs. gibi partilerin yukarıda çizmeye çalıştığımız sınıf çıkarlarının oluşturduğu çerçevenin dışında bir politika gütmeleri söz konusu değildir.

Bu yüzden taleplerimiz bu somut koşulları dikkate alan, işçi sınıfının güncel ve genel çıkarlarını koruyan talepler olmalıdır.

En ağır ve tehlikeli iş koşullarının bulunduğu işletmeler başta olmak üzere büyük işletmelerin yönetiminin ve denetiminin patron ve hükümet temsilcilerini dışarıda bırakacak şekilde işçi temsilcileri tarafından yapılması, iş güvenliği garanti altına alınıncaya kadar işçilere ücretli izin, bu koşullara riayet etmeyen işletme sahiplerine ve yöneticilerine ağır cezalar gibi talepler etrafında örgütlenmek hem işçi sınıfının önüne somut güncel mücadele görevleri koyar hem de işçi sınıfına bu talepleri dile getirmeyen sahte dostlarını teşhir etme işlevi görür.

http://mehmetince2.blogspot.com/2014/10/turkiyede-is-cinayetlerinin-snfsal.html

29 Ekim 2014 Çarşamba

Kurulduğu Günden Beri Yalnızca Mülk Sahiplerinin "cumhuriyet"i

Kurulduğu Günden Beri Yalnızca Mülk Sahiplerinin "cumhuriyet"i

Bir takım "sol" görünümlü çevrelerin burjuva cumhuriyeti yeni bir şeymiş gibi pişirip önümüze koyup yürüyüşler düzenlediği bu TC'nin kuruluş gününün yıldönümünde biz de eski günleri yadedelim.
29 Ekim 1923’de feodal-teokratik monarşiden burjuva-toprak sahibi diktatörlüğüne geçildiğinde işçi sınıfının durumunda hiçbir iyileşme olmadı. İşçiler son derece kötü koşullarda çalışıyordu, iş kazalarına ilişkin elimizde bir veri bulunmamasına rağmen o dönem gerçekleştirilen protesto ve grevlerde dile getirilen taleplerden iş kazası oranının çok yüksek olduğunu anlayabiliyoruz.
İşçilerin yaşam koşulları da çok farklı değildi. Savaş sonrası dönemde, Türkiye işçisinin para olarak kazancı 6-7 kat artmış, buna karşılık - hükümet komisyonlarının tespit ettiğine göre - yiyecek fiyatları 1912 yılına oranla 21 kat artmıştır. En fazla fiyat artışı yiyecek maddelerinde olmuştur.
Pahalılığın bu artışı, Kemalist hükümetin politikası ile açıklanabilir. Bu hükümet bir süre ticaret tekeli kurarak satılan maddelerin vasıtalı vergilerini durmadan artırmaktaydı.
Savaş öncesi ücretlerle karşılaştırılırsa, işçi için en gerekli maddelerin fiyatlarındaki artışlar şöyleydi: şeker ve patatesin 24 kat, bitkisel yağların 30 kat, unun 18 kat, sabunun ve gazyağının 17 kat arttı.
Başka deyişle, Türkiye işçi sınıfının geliri, savaş öncesine oranla 3-4 kez azalmıştır; zira hayat pahalılığı para olarak gelir artışını 3-4 kez geçmiştir.
Almanya'da çıkan Bergwerkzeitung, 25 Eylül 1927 tarihli sayısında, tekelcilik politikasının nasıl bir soygun olduğunu ve vergilerin korkunç hacmini gösteren rakamlar yayınlanmıştır. Buna göre, gaz yağının İstanbul'a teslim fiyatı 4,5 kuruştur (litresi) satış fiyatı ise 16,5 kuruş; yani fiyat 4 kat artıyor. Benzin fiyatı 7 kuruştan (alış fiyatı) 11,5 kuruş imtiyazlı satış fiyatına çıkıyor (fabrika, atölye v.s. için.) Şekerin fiyatı yarı yarıya artıyor. Bu vasıtalı vergiler, tekellerle birlikte 1927-1928 yıllarında devlet gelirinin beşte üçünü oluşturuyor.
İşçi sayısının azlığına ve işçilerin genellikle küçük işletmelerde yoğunlaşmasına rağmen ortalama olarak, emekçilerin üçte birinin örgütlü olduğunu görüyoruz. Ayrıca bu örgütlenme, büyük baskı koşulları altında gerçekleştirilmiştir.
Bu dönemde sendikalar hemen hemen yasaklanmıştır; kurulmasına izin verilen federasyon ve dernekler hayır işleriyle yetinip devlet kontrolü altında çalışmak zorundadır.
Kemalist burjuvazinin başlarında kendi ajanlarının bulunduğu sahte sendikalar kurdurmak durumunda kalması, onların işçi hareketinden ne kadar çekindiklerini gösterir. “Sendikalar Birliği” de Kemalistlerin “işçiye karşı olmadıklarını” göstermek, gerçek işçi sendikalarının dağıtılmalarını kamufle etmek amacıyla kurulmuştur. Birliğin 32.000 üyesi 32 sendikada toplanmıştı. İşçi ile işveren arasındaki bütün anlaşmazlıklar bu «Birlikçe» «barıştırıcı-uzlaştırıcı» danışmalarla çözülüyor ve bu «danışmalı» toplantılara daima polis komiserleri başkanlık ediyordu…. Kemalistler, bu Birliğin görevini tamamladığını, işçi sınıfını gerçek örgütlerinden uzaklaştırdığını gördükten sonra kapattılar.
Bu dönemde çıkan yasalara incelediğimizde devletin emekçi sınıflar üzerinde yoğun baskı kurarak burjuvaziyi güçlendirdiğini, böylece ona sanayileşme yolunu açtığını görüyoruz.
1925 yılından sonra Kürdistan'da patlak veren ayaklanmaların bastırılması sırasında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunuyla tüm grevler yasaklanmıştır;
1933 yılında Ceza Kanunu grev ya­panlara uygulanacak cezaları ağırlaştırma yönünde değiştirilmiştir;
Bu dönemde çıkarılan en önemli kanun 8 Temmuz 1936’da Meclis tarafından kabul edilen ve Haziran 1937'de yürürlüğe giren 3008 sayılı İş Kanunudur. Bu Kanunla çalışma saatleri işçinin aleyhine olarak belirleniyordu.
1936 yılında Ceza Kanununun 141. ve 142. maddeleri İtalyan Faşist Ceza Kanunu örnek alınarak daha da ağırlaştırıldı.
1938 yılında sınıf esasına dayanan derneklerin kurulmasını ya­saklayan Cemiyetler Kanununun yürürlüğe girmesiyle işçilerin sendika kurma hakkı kaldırıldı.
1940'ta çıkarılan Milli Korunma Kanunuyla işçi sınıfı üzerinde­ki baskılar daha da yoğunlaştı. Bu Kanunla işçilerin istedikleri zaman işlerini terk etmeleri yasaklanıyordu. Günlük çalışma süresinin gerek­tiğinde 3 saat uzatılabilmesine olanak tanıyan bir madde de bu Kanun­la getiriliyordu. Aynı yıl yapılan bir değişiklikle haftada bir günlük tatil hakkı kaldırıldı. 1944’te de Kanuna, çalıştığı işyerini mazeretsiz ola­rak terk eden işçilerin güvenlik kuvvetlerince yakalanıp zorla çalışma­ya gönderilmesini belirten bir madde eklendi. (Verileri Rosaliev ve Yıldırım Koç'un kitaplarından derledim)

28 Ekim 2014 Salı

28 Ekim, Ukrayna

28 Ekim, Ukrayna
28 Ekim. Bundan 70 yıl önce bugün, 1944 yılında Kızıl Ordu Ukrayna'yı Nazi işgalinden kurtarmıştı.
Bugün Ukrayna kapitalizmin pençesinde. Ama ne yerel oligarklar, ne de emperyalistler rahat uyuyamıyor.
Lenin'in ifadesiyle "İngiliz finans kapitalin borazanı" the Economist dergisinin son sayısında Ukrayna'nın durumunu değerlendirişi bu korkuyu yansıtıyor.
Dergi, 3600 kişinin kurban gittiği savaşın "devrimin" umudunu ve enerjisini yediğini söylüyor. Kırım gitmiş, sanayi bölgesi Donbas gitmiş, ateşkes de kırılgan.
Ama asıl eleştiri Ukrayna hükümetine. Reformları yapmakta direnip değerli vakti kaybetmişler. Ekonomi çökmek üzere. Bu sene yüzde %10 küçüldü. Enflasyon %14. Rezervler eriyor, borç ödemeleri yaklaşıyor. Yanukoviç'i deviren protestolara katılanlar tecrübesiz çıktı. Eski rejimden kalma meclis reformları tıkıyor. Yeni yapılacak seçimlerin sonuçları da önemli değil, çünkü ekonomik çıkar grupları seçileni hemen satın alır, eski yüzler yeni maskelerle meclis koltuklarına oturur. Avrupa ve ABD'de yetişen "idealist" teknokratlar büyük zorluklarla karşılaşacaklar. Devlet parasını üç-beş çıkar grubuna aktarma alışkanlığının önüne geçilemiyor.
Dergi ülkenin ekonomik durumunu böyle özetlemiş. Maidan protestolarına ve daha sonra savaşa katılanların sabrının taşmasından korkuyorlar. Savaşın bitmesiyle askerler kışlalardan evlere döndüğünde kıyamet kopabilir diyor the Economist.
Yazının kapanış cümlesini bire bir çevirelim:
"Eğer cepheden dönen askerler ülkelerinin durumunda bir değişiklik görmezlerse sokaklara çıkarlar; hem de bu defa geçen yıl olduğu gibi tahtadan sopalarla değil, gerçek silahlarla. Bir sonraki Maidan olayları da bir karnavala değil, 1917 Bolşevik Ekim Devrimine benzer. Ukrayna hükümetinin hiçbir şey aklını başına getirmiyorsa, hiç olmazsa bu uyarı getirsin."

15 Ekim 2014 Çarşamba

Afrika Neden Emperyalistlerin İştahını Kabartıyor?

Afrika Neden Emperyalistlerin İştahını Kabartıyor?
ABD emperyalizmi, emperyalist Avrupa ülkeleri, Çin emperyalizmi, Japon emperyalizmi, Rus emperyalizmi ve ayrıca Brezilya, Hindistan burjuvazisinin ve tabii ki Türk burjuvazisinin Afrika rekabeti neden kaynaklanıyor?
Hangi Afrika ülkesinin hangi hammaddeye sahip olduğunu gösteren aşağıdaki bu liste bu soruyu kısmen de olsa yanıtlıyor.
*
Cezayir
Petrol, Doğal Gaz, Demir Cevheri, Fosfat, Uranyum, Kurşun, Çinko
Angola
Petrol, Diamonds, Demir Cevheri, Fosfat, Bakır, Feldspat, Boksit, Uranyum
Benin
Küçük Offshore Petrol Yatakları, Kalker, Mermer, Kereste
Botsvana
Elmaslar, Bakır, Nikel, Tuz, Soda Külü, Potasyum, Kömür, Demir Cevheri, Gümüş
Burkina Faso
Manganez, kireçtaşı, mermer, altın Küçük Mevduat, Fosfat, Pomza, Tuz
Burundi
Nikel, Uranyum, Nadir toprak elementleri, Turba, Kobalt, Bakır, Platin, Vanadyum, Ekilebilir Arazi, Hidroelektrik, Niyobyum, Tantal, Altın, Kalay, Tungsten, Kaolen, Kireçtaşı
Kamerun
Petrol, boksit, demir cevheri, Kereste, Hidroelektrik
Cape Verde
Tuz, Balsalt Kaya, Kireçtaşı, Kaolen, Balık, Kil, Alçı
Orta Afrika Cumhuriyeti
Elmaslar, Uranyum, Kereste, Altın, Petrol, Hidroelektrik
Çad
Petrol, Uranyum, Natron, Kaolen, Balık (Çad Gölü), Altın, kireçtaşı, Kum ve Çakıl, Tuz
Demokratik Kongo Cumhuriyeti
Kobalt, Bakır, Niyobyum, Tantal, Petrol, Sanayi ve Elmas, Altın, Gümüş, Çinko, Manganez, kalay, uranyum, kömür, Hidroelektrik, Kereste, Ekilebilir Arazi, Su
Kongo Cumhuriyeti
Petrol, Kereste, potas, Kurşun, Çinko, Uranyum, bakır, Fosfat, Altın, Magnezyum, Doğal Gaz, Hidroelektrik
Fildişi Sahili (Fildişi Sahilleri)
Petrol, Doğal Gaz, Diamonds, Manganez, Demir Cevheri, Kobalt, boksit, bakır, altın, nikel, Tantal, silis kumu, Kil, Kakao, Fasulye, Kahve, Palm Yağı.
Cibuti
Jeotermal, Altın, Kil, Granit, Kireçtaşı, Mermer, Tuz, Diatomit, Alçı, Pomza, Petrol
Mısır
Petrol, Doğal Gaz, Demir Cevheri, Fosfat, Mangan, Kireçtaşı, Alçı, Talk, Asbest, Kurşun, Çinko
Ekvator Ginesi
Petrol, Doğal Gaz, Kereste, Altın, boksit, elmas, Tantal, Kum ve Çakıl, Kil
Eritre
Potas, Altın, Çinko, Bakır, Tuz, Doğal Gaz ve Petrol, Balık
Etiyopya
Altın, Platin, Bakır, Potash'a, Doğal Gaz
Gabon
Petrol, Doğal Gaz, Elmas, Niyobyum, Manganez, Uranyum, Altın, Kereste, Demir Cevheri, Hidroelektrik
Gambiya,
Balık, Titanyum (Rutil ve ilmenit), Kalay, Zirkon, Siliva Kum, Kil, Petrol
Gana
Altın, Kereste, Endüstriyel Elmaslar boksit, Manganez, Balık, Lastik, Hidroelektrik, Petrol, Gümüş, Tuz, Kireçtaşı
Gine
Boksit, demir cevheri, elmas, altın, uranyum, Hidroelektrik, Balık, Tuz
Gine-Bissau
Balık, Kereste, Fosfat, Boksit, Kil, Granit, Kireçtaşı, Petrol
Kenya
Kireçtaşı, Soda Külü, Tuz, Taşlar, Fluorspar, Çinko, Diatomit, Alçı.
Lesotho
Su, Elmas, Kum, Kil.
Liberya
Demir Cevheri, Kereste, elmas, altın,
Libya
Petrol, Doğal Gaz, Alçı
Madagaskar
Grafit, krom, kömür, boksit, Tuz, Kuvars, Yarı Değerli Taşlar, Mika, Balık, Hidroelektrik
Malawi
Kireçtaşı, Ekilebilir Arazi, Hidroelektrik, Uranyum, Kömür, Boksit
Mali
Altın, Fosfat, Kaolin, Tuz, Kireçtaşı, Uranyum, Alçı, Granit, boksit, demir cevheri, manganez, Kalay, Bakır
Moritanya
Demir Cevheri, Alçı, Bakır, Fosfat, elmas, Altın, Petrol, Balık
Mauritius
Ekilebilir Arazi, Balık
Fas
Fosfat, Demir Cevheri, Mangan, Kurşun, Çinko, Balık, Tuz
Mozambik
Kömür, Titanyum, Doğal Gaz, Tantal, Grafit
Namibya
Elmaslar, Bakır, Uranyum, Altın, Gümüş, Kurşun, Kalay, Lityum, Kadmiyum, Tungsten, Çinko, Tuz, Hidroelektrik, Balık, Kömür, Petrol, Demir Cevheri
Nijer
Uranyum, Kömür, Demir Cevheri, Kalay, Fosfat, Altın, Molibden, Alçı, Tuz, Petrol
Nijerya
Doğal Gaz, Petrol, Kalay, Demir Cevheri, Kömür, Kireçtaşı, Niyobyum, Kurşun, Çinko, Ekilebilir Arazi
Ruanda
Altın, Kasiterit (Tin Ore), Volframit (tungsten cevheri), Metan, Ekilebilir Arazi
Sao Tome ve Principe
Balık, Hidroelektrik
Senegal
Balık, Fosfat, Demir Cevheri
Sierre Leone
Elmaslar, Titanyum Cevheri, boksit, demir cevheri, altın, krom
Somali
Uranyum, Demir Cevheri, Kalay, Alçı, boksit, bakır, tuz, Doğal Gaz, Petrol
Güney Afrika
Altın, Krom, antimon, kömür, demir cevheri, manganez, nikel, Fosfat, Kalay, Uranyum, Gem Diamonds, Platin, Bakır, Vanadyum, Tuz, Doğal Gaz
Sudan
Petrol, Demir Cevheri, Bakır, Krom Cevheri, Çinko, Tungsten, Mika, Gümüş, Altın, Hidroelektrik
Svaziland
Asbest, Kömür, Kil, Kasiterit, Hidroelektrik, ormanlar, Altın, Pırlanta, Taş Ocağı, Talk
Tanzanya
Tanzanite, Taşlar, Hidroelektrik, Kalay, Fosfat, Demir Cevheri, Kömür, elmas, altın, Doğal Gaz, Nikel
Togo
Fosfat, kireçtaşı, mermer, Ekilebilir Arazi
Tunus
Petrol, Fosfat, Demir Cevheri, Kurşun, Çinko, Tuz
Uganda
Bakır, kobalt, Hidroelektrik, Kireçtaşı, Tuz, Ekilebilir Arazi, Altın
Zambiya
Bakır, Kobalt, Çinko, Kurşun, Kömür, Zümrüt, Altın, Gümüş, Uranyum, Hidroelektrik
Zimbabve
Kömür, Krom Cevheri, Asbest, Altın, Nikel, Bakır, Demir Cevheri, Vanadyum, Lityum, Kalay, Platin

10 Ekim 2014 Cuma

Haberlerde Gelişen Kapitalizm

Haberlerde Gelişen Kapitalizm
Bir "Yeni Şafak" yazarının verdiği rakamlar Kürdistan'da kapitalizmin gelişimine işaret ediyor. Bölgedeki nüfus hareketliliğinin son yedi yıldaki artışını görüyoruz:
"2007 yılında bölgedeki 16 havalimanına iç hatlardan gelen yolcu sayısı 3,8 milyon, dış hatlar yolcu sayısı ise 148 bin seviyedeydi.
2013 yılına gelindiğinde bölgedeki havalimanı sayısı 19'a, iç hat yolcu sayısı 10,5 milyona, dış hat yolcu sayısı ise 485 bine çıkmış.
7 yılda yolcu sayısındaki artış yüzde 179."
Başka bir burjuva yazar da Sivas'taki son on yılın gelişimini gösteren bir bilgi vermiş:
"Sivas: 2000 yılında 36 fabrikası varken bugün 130 fabrikası var. Dört organize sanayi bölgesine sahip ve hepsi dolu. 2000 yılında 17 milyon dolar tutarında ihracat gerçekleştirirken, şimdi 180 milyon dolar ihracat yapıyor."

1 Ekim 2014 Çarşamba

Çöpe Giden Bir "İlke"

Çöpe Giden Bir "İlke"
Devletin burjuvaziye yaptığı hizmetin sınırı yok.
4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a yapılan ek uyarınca sermaye şirketlerine iştirak etmek suretiyle finansman sağlayan yatırım fonlarına, Hazine Müsteşarlığı, 250 milyon liraya kadar kaynak aktarabilecek.
Zamanı geldiğinde çöpe atılan her burjuva "ilkesi" gibi devletin bütün gelir ve giderlerinin tek bir bütçe içerisinde yer almasına dair "teklik prensibi" de çöpe atılmış oldu. Fona aktarılan para bütçe dışına çıktığı için Sayıştay tarafından denetelenemeyecek.
Böylece devletin burjuvaziye doğrudan kaynak aktarımı gibi bir desteği de olmuş oldu.