30 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye'de İş Cinayetlerinin Sınıfsal Nedenleri

Karaman'ın Ermenek İlçesi'ndeki Pamuklu Köyü yakınlarındaki kömür ocağında işçi yaşamının hiçe sayıldığını bir kere daha gördük.

Burjuvazi işçi kanıyla beslenerek büyümeye devam ediyor.

Öfkeli sözler ve gözyaşı dökerek tepki vermekle yetinmek yerine somut talepler ortaya koyup bunlar için mücadele etmemiz gerekiyor.

Çünkü burjuvazi tam da bunu yapıyor. Kameralar önünde halkı aldatmak için döktükleri timsah gözyaşları bir yana, son derece soğukkanlı ve tutarlı bir biçimde kendi çıkarlarını koruyan politikaları hayata geçiriyorlar. Yılın dokuzuncu ayında 1414 işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesi onları hiç etkilemiyor. Marx’ın Kapital’de belirttikleri Türkiye’nin burjuvaları için de tamamen geçerlidir:

“Après moi le déluge! (Benden sonra tufan!) Her kapitalistin ve her kapitalist ülkenin parolası budur. Bundan dolayı, toplumdan gelen bir zorlama olmadığı sürece, sermaye, işçinin sağlığına ve ömrünün uzunluk veya kısalığına karşı kayıtsızdır. İşçinin beden ve ruhça bozulduğu, zamansız öldüğü, aşırı çalışma işkencesi altında kıvrandığı yolundaki yakınmaya onun cevabı şudur: Bu acılar keyfimizi (kârımızı) artırdığına göre, niye bizi dertlendirsin?” (Marx, Kapital, Cilt 1)

Tek tek kapitalistlerin niyetlerinin de ötesinde, Türkiyeli kapitalistler ve TC devleti kapitalist üretimin yasalarına, özellikle rekabet yasasına uygun hareket ediyorlar.

Bu rekabet Türkiye koşullarında şöyle vücut buluyor:

Türkiye burjuvazisi üretim araçlarının önemli bir kısmını dışarıdan getiriyor yani başka kapitalistlerden satın alıyor. Sırf bu yüzden ülkeden çıkan döviz ülkeye giren dövize göre daha fazla. Aradaki bu farkı dolar cinsinden borç alarak ve ülkede üretilen artı değerin bir kısmını uluslararası finans kapitalle paylaşarak geçici olarak ve gelecek olan krizi ileride daha büyük bir kriz yaşama pahasına kapatıyor. Güçlü olduğu sektörlerde kar oranları sınırlı. Artık bu karlar belli bir büyüklüğe ulaşan sermayelerini doyurmaya yetmiyor. Bu yüzden, daha az sayıda kapitalistin bulunduğu, sermayenin organik bileşiminin (değişmeyen sermayenin değişen sermayeye oranının) daha yüksek olduğu sektörlere geçmek (“üst lige çıkmak”) istiyorlar. Ama bu ciddi bir sermaye birikimi demektir. Elde ettikleri artı-değeri uluslararası finans kapitalle paylaştıkları, daha fazla sermaye yatırımı isteyen sektörlerde (üretim aracı ve hammadde üretilen sektörlerde) kendilerinden daha ucuza üretim yapan yabancı burjuvalara fazladan para verdikleri bu koşullarda tek umutları işçi sömürüsünü son haddine çıkarmak.

Kendi yaptıkları hesaba göre bu hedeflerine ulaşmak için her sene yüzde beş büyümeleri gerekiyor.  Hükümet programına da yansıyan bu hedef burjuvazinin en önde gelenlerinin dilinde.

Mustafa Koç:

"Yüzde 2,1’lik büyüme oranı Türkiye için yeterli değil. ... yüzde 5, 5.5 büyümesi lazım her sene... Orta ve uzun vadeli büyüme modeli tekrar ele alınmalı... Babacan yüzde 100 haklı. Türkiye inşaatla değil sanayi ile büyümeli".

Güler Sabancı:

"(Büyüme hızı) gelecekte yeterli değil; makro istikrari bozmadan %5-6 büyümeyi başarmamız lazım". ... en az %5-6 büyümeyi gerçekleştirebilmemiz için ekonomi ve sanayi politikamızda kapsamlı, uzun vadeli, cesur ve gerçekçi reform gerekiyor.”

Burjuvazi bu hedefleri gerçekleştirmek için her türlü cinayeti son derece soğukkanlı bir biçimde işler.

Söz konusu sektör kömür gibi elektrik enerjisinin bir kısmının üretildiği bir sektör olunca tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komite olan devlet özel olarak sömürü koşullarını sistematikleştirmek için seferber olur. Kömür sektörü doğal gaz ve hidroelektrik sektörleriyle birlikte enerji sektörünün temel sütunlarından biridir.

Devletin bu işle özel olarak ilgilenen birimi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır. Bu Bakanlığın başında işçi düşmanlığıyla ünlü Taner Yıldız gelmektedir. Bir başka işçi düşmanı dönemin Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu’nun sessizce dinlediği konuşmasında Yıldız şöyle demişti:

“Bizler gelişmekte olan Türkiye olarak mutlaka yeri gelecek 16-18 saat çalışabileceğiz. Değişimi iyi idare edebilmek adına bunu mutlaka yapmak lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmen çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz”.

Burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten komitenin enerjiden sorumlu bakanı çok iyi biliyor:

Bugün Türkiye’de tüketilen enerji kaynaklarının yüzde 73'ü dışardan sağlanıyor. Türkiye içinde tüketilen yerli kaynak kömürün oranı ise yüzde 25 civarında.

Ayrıca, Türkiye’de kömür fiyatları dünya fiyatlarının üzerinde seyrediyor. Bir gazete haberine göre: “Dünya ekonomisinin büyüme hızındaki yavaşlama nedeniyle kömür fiyatları son üç yılda yüzde 47 oranında, aynı dönemde ham petrol fiyatları yüzde 23 oranında geriledi. Aynı dönemde Türkiye’de kömür fiyatları yüzde 35, petrol fiyatları yüzde 20 oranında çoğaldı.”

Türkiye’de sanayide kullanılan elektriğin yüzde 25’i kömürden üretiliyor. Bu oran başka ülkelerle karşılaştırıldığında düşük. Hükümet bunu yükseltmeyi hedefliyor. Bir taraftan bunu yükseltirken kömürü de mümkün olduğunca içeride üretmek istiyor. Bu hedef “2010-2014 Dönemi Stratejik Planı”nda programlaştırılmış ve katı bir biçimde uygulanıyor.

Bu plandan aktaralım:

“Ülkemizde de dünya ortalamasının üzerinde gerçekleşmeye devam eden talep artışı ve buna bağlı olarak artan yatırım ihtiyacı, yeni tedbirler alınmasını zorunlu kılmaktadır. (...)

Cumhuriyetimizin 100. Yılı olan 2023 yılına kadar tüm yerli kömür ve hidroelektirik potansiyelimizin ekonomimize kazandırılması...hedeflenmiştir. (...)

Elektrik üretiminde kullanılan yerli kaynaklarımızdan linyitten elde edilebilecek elektrik enerjisi üretim potansiyeli toplam 120 milyar kWh/yıl olup, potansiyelin yüzde 44’lük bölümü değerlendirilmiştir. 11 milyar kWh/yıl potansiyele sahip olan taşkömürünün ise yüzde 32’lik kısmı değerlendirilmiş durumdadır.”

Bakanlık kullanılan kaynakları az buluyor ve bunu artırmanın yolunu madenlerin özelleştirmekte, yeni maden ocaklarının açılmasını kolaylaştırmakta buluyor:

“...rekabetçi bir serbest piyasa oluşumu çalışmalarına devam edilecek.

Bu çerçevede, elektrik enerjisi piyasasında rekabetçi piyasa oluşumu araçları arasında yer alan üretim ve dağıtım özelleştirmeleri planlanan süreç içerisinde tamamlanacak ve rekabete dayalı, serbest piyasa kuralları çerçevesinde işleyen bir piyasa oluşturulacaktır.”

Buna uygun olarak özelleştirmeler de hız kazanmıştır.

Ayrıca yasalardaki boşluklardan yararlanarak maden işleri taşeron olarak üretim yapan üçüncü kişilere 5-10 yıl süreli özel sözleşmelerle devredilmesi (rödövans sistemi) yaygınlaştırılmıştır.

Türkiye burjuvazisine hizmeti önüne hedef olarak koyan Taner Yıldız lafını hiç sakınmamaktadır:

"ABD’de üretilen kömür miktarı yüzde 45 civarında. Biz de böyle bir algı yoktur. Ama ABD’de dahil kömürden elektrik üretiminin neredeyse üretimin yarısını karşılıyor. Dünyada bütün ülkelere baktığımızda 2035 yılında Uluslararası Enerji Ajansları'nın tahminlerine göre, dünya enerji üretiminin yüzde 35’ini kömürden karşılayacak. Şimdi bütün eller kömürden yaksın, Türkiye’ye gelince kömür kirli olsun. Mahallenin delisi biz miyiz yav? Başkaları kömürden elektrik üretecek Türkiye üretmeyecek."

Görüldüğü gibi madenlerdeki bu korkunç iş cinayetleri tesadüfen oluşan, tek tek bireylerin “vicdansızlığı” ya da “açgözlülüğü”nden kaynaklanan yalıtık olaylar dizisi değil, Türkiye burjuvazisinin girişmiş olduğu amansız rekabetin doğurduğu ihtiyaçtan kaynaklanan ve devletin burjuvazinin çıkarlarına uygun olarak sistematik olarak planladığı ve uygulamaya koyduğu politikaların kaçınılmaz bir sonucudur.

Burada söz konusu olan “iktidar hırsıyla deliye dönmüş” AKP’nin “çılgınca” uygulamaları değildir. Bu bir sınıf politikasıdır ve burjuvazi tarafından finanse edilen, burjuva ideolojisini yayan CHP, MHP vs. gibi partilerin yukarıda çizmeye çalıştığımız sınıf çıkarlarının oluşturduğu çerçevenin dışında bir politika gütmeleri söz konusu değildir.

Bu yüzden taleplerimiz bu somut koşulları dikkate alan, işçi sınıfının güncel ve genel çıkarlarını koruyan talepler olmalıdır.

En ağır ve tehlikeli iş koşullarının bulunduğu işletmeler başta olmak üzere büyük işletmelerin yönetiminin ve denetiminin patron ve hükümet temsilcilerini dışarıda bırakacak şekilde işçi temsilcileri tarafından yapılması, iş güvenliği garanti altına alınıncaya kadar işçilere ücretli izin, bu koşullara riayet etmeyen işletme sahiplerine ve yöneticilerine ağır cezalar gibi talepler etrafında örgütlenmek hem işçi sınıfının önüne somut güncel mücadele görevleri koyar hem de işçi sınıfına bu talepleri dile getirmeyen sahte dostlarını teşhir etme işlevi görür.

http://mehmetince2.blogspot.com/2014/10/turkiyede-is-cinayetlerinin-snfsal.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder