7 Şubat 2016 Pazar

Artan Kriz Korkusuyla Emperyalist Sistemde Tekel Kavgaları Sertleşiyor

ABD ve Avrupa finans kapitaline hizmet eden ekonomistler yeni bir aşırı üretim krizi korkularını gizleyemiyorlar.


İki gün önce, 2015 yılını zararla kapatan İsviçre bankası Credit Suisse’in hisselerinin son 24 yılın en düşük seviyesine inmesi, ABD bankalarının hisselerinin bu yıl %11, Avrupa bankalarının ise %20 oranında değer kaybetmesi finans sektöründe panik havası yaratıyor.


Avrupa ve Japonya Merkez Bankaları’nın uyguladığı eksi faiz politikası bankaların kasalarındaki parayı eritiyor.


Yılın başından bu yana ABD’nin en büyük 90 finans kuruluşunun piyasa değerinde 330 milyar dolar düşüş oldu. Morgan Stanley, Citigroup, Bank of America gibi devasa bankalar piyasa değerlerinin en azından beşte birini kaybettiler.


Artık televizyonlara çıkan piyasa “uzmanlarının” yeni bir resesyona doğru gidildiğine dair öngörülerini sıkça duyar olduk.


Daralan bu piyasada “kendi” tekellerine rekabet gücü sağlamak isteyen emperyalist devletler kur savaşına devam ediyorlar. Japonya Merkez Bankası’nın “eksi faiz” uygulamasına geçişinden hemen sonra Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi hisse senedi satım alıp piyasaya para pompalama (ve faizleri daha fazla düşürme, avronun değerini düşürerek rekabet avantajı sağlama) politikalarına devam edeceğini ima etti.


Emperyalist ülkeler gibi para basma olanağına sahip olmayan “gelişmekte olan ülkeler”in durumu daha vahim. IMF Başkanı Christine Lagarde “yükselen ekonomilerin” ticaret ve finans konularında gelişmiş ülkelere bağımlı olmasının bir risk oluşturduğunu açıkladı. Bunlar IMF gibi kurumların sanki bu gelişmelerin geçmişteki gelişmelerle hiçbir ilgisi yokmuş, daha önce destekledikleri politikaların kaçınılmaz olarak bu sonuçları doğuracağını bilmiyormuşçasına yaptıkları klasik açıklamalar. Ucuz kredilerle gelişmekte olan ülke bankaları borçlanırken, bu ülkelere para akarken ve bu sayede bu ekonomiler büyürken seslerini çıkarmıyorlardı.


Şimdi bu tekeller “gelişmekte olan ülkeleri” terk ediyor. Devletlerin, şirketlerin ve “hanelerin” aldığı (kredi, devlet tahvili ve hisse senedi biçimindeki) borçların toplam miktarı Haziran 2015’te 3.36 trilyon dolardı, Eylül 2015 itibarıyla bu rakam 3.33 trilyon dolara düştü. 2009 yılının ilk çeyreğinden beri borç stokunda ilk kez bir düşüş görülüyor. Demek ki, gelişmekte olan ülkeler eskisi kadar kolay kredi alamayacak. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün verdiği rakamlara göre 2015 yılında “gelişmekte olan ülkelerden” 735 milyar dolarlık sermaye çıkışı olmuş. 1988 yılından bu yana bu ülkelerden ilk defa net sermaye çıkışı oluyor.


Üstelik, aynı enstitünün verdiği bilgiye göre, Türkiye’nin de içinde bulunduğu “gelişmekte olan ülkelerdeki” şirketlerin karlılık oranı ilk defa emperyalist ülkelerdeki şirketlerin karlılık oranının altına düştüğü tam da bu dönemde, “gelişmekte olan ülkelerdeki” şirketlerin borçluluk oranı da emperyalist ülke firmalarını geride bıraktı.


Görüldüğü gibi, sermayenin küreselleşmesi özellikle büyümenin yavaşladığı dönemlerde azalıyor.


Ayrıca, Kautsky’nin - ve günümüzde onun teorisini savunanların - iddia ettiği gibi tek bir dünya devletinin tamamen uluslararasılaşmış, ulus ötesi bir finans kapitale hizmeti söz konusu değil. Tersine, birbiriyle rekabet eden, bu rekabette “kendi” devletlerinin desteğini arkalarına alan tekellerin mücadelesi söz konusu.


Bunun en güncel örneklerinden biri de çelik sektöründe yaşanıyor.


Avrupa Komisyonu'nun Ticaretten Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström Çin’in ihracat patlaması nedeniyle zor durumda kalan Avrupa’daki fabrikaları desteklemek için yeni önlemler alacaklarını ifade ederken, Çin’i çelik sektöründe fazla kapasiteyle çalışmaması için uyardı; Çinli çelik üreticisi firmaları soruşturma açmakla tehdit etti.    


Çin’in çelik fiyatlarını yüzde elli oranında düşük fiyata satması, ayrıca geçen yıl (dünya çelik üretiminin 2015 yılında %2.8 düştüğü bir ortamda) çelik ihracatını ikiye katlaması, Avrupalı tekel ve devletleri karşı önlem almaya zorluyor.


2000-2014 arasında dünya çelik üretimi ikiye katlanmış, yılda 1.6 milyar tona ulaşmıştı; bu yükselişin en önemli sebebi Çin sanayisindeki hızlı büyümeydi. Ama Çin bu büyüme artık yavaşlıyor. Eskisi gibi inşaatlar da yükselmiyor. Çin piyasası artık ürettiği çeliği tüketemiyor, çelik fazla geliyor. Üretilen fazla mallar yok pahasına yurt dışına satılıyor. Çin’in 2014 yılında yaptığı 45 milyon tonluk ihracat 2015 yılında 97 milyon tona çıkıyor.


Sadece AB değil, ABD hükümeti de, korumacı önlemler alıyor. En büyük üreticisi US Steel firması 1.5 milyar dolar zarar edince, vaaz ettiği her tür neo-liberal söylemi bir tarafa bırakıp çeliğe %236 vergisi koyuyor.


Kapitalist dünya ekonomisi yavaşladıkça, pasta küçüldükçe, pay kavgası da artıyor. Demek ki, ortada uyumlu, çatışması, sakin bir ultra-empreyalizm değil, rekabet, korumacılık ve kavga dolu ve yıkılmadıkça er ya da geç savaşla sonuçlanması kaçınılmaz bir emperyalist düzen var.  


   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder