20 Ağustos 2014 Çarşamba

Jose Marti - Venezüella Yolculuğu

Jose Marti - Venezüella Yolculuğu

Kısa bir Jose Marti çeviri denemesi... "Venezüella Yolculuğu" adlı günlüğünden...

*
"Mutlu bir halk olarak, gizemli topraklardan geçerken halklarımızın yanıbaşında köhne şehirlerinin ve cahil köylerinin yollarını tıkayan yıkıntıları aşıp önünü görmek için cesurca ve körlemesine savaşan, insanlık tarihinde utangaç adımlarla yürüyen halklar görürüz. İncil’de doğru yazıyor: babaların günahlarını oğullar öder. Güney Amerika Cumhuriyetleri İspanyolların günahlarını ödüyor.
Her zaman olduğu gibi aç gözlü uluslar tarafından tehdit edilen, yerel nefretin kemirdiği, lüks tutkusunu umutsuz çabalarla doyurmaya yeltenen, beyazlardan korkan yerlileriyle, siyahlardan nefret eden soylularıyla, nasıl olsa devrim olur endişesiyle topraklarını sürmeyen köylüleriyle, yeteneklerini ve şereflerini talihli muzafferlere satıp da alçaklaşmış zeki adamlarıyla onca güzel ülkeyi görünce, her şeye rağmen o halkların serpilip hayata tutunduklarını, ateşli ve tükenmez bir zerafetle dolu o güzel İspanyolcalarıyla büyük halkların korosunda yerlerini talep ettiklerini görünce, insan babalarından cehalet, bitmeyen bir nefret, sefahat düşkünlüğü, endişe, sonu gelmez savaşlara ve dermansız sefaletlere gebe analardan başka bir şey miras almayan o cesur savaşçıların kaderinden duygulanıyor. Bu halkların kafaları dev kafası, yürekleri kahraman yüreği ama bedenleri çılgın bir karınca bedeni gibi. Geliştiklerinde yeteneklerinin bolluğu ve gücü nedeniyle onlardan korkulacak; gerçi o kadar büyük, o kadar sade ve insani bir kaynaktan besleniyorlar ki korkacak bir şey de yok: sarsakça ve yalıtık bir biçimde gelecek yüzyılın büyük fikirlerini içselleştirmişler ve tam da bu yüzden şimdiki zamanı nasıl yaşayacaklarını bilmiyorlar. Her şeyleri - hem meyveleri hem insanları - ham ve cenin halinde. En cömert idealler, en temiz rüyalar çalışma odalarındaki uzun gecelerini süslüyor. Parisliler gibi yetiştirilmişler, kendi ülkelerinde boğuluyorlar. Kendi topraklarında egzotik birer bitkiler. Yazık. Halbuki doğmakta olan bir halk yaşadığı çağın düzeyine ulaşmamışsa, aynı anda hem çağının adamı hem de halk adamı olmanın tam zamanıdır. Ama özellikle halk adamı olmanın.
Hem doğada, hem halklarda, hem de insanlarda sonsuz bir denge vardır. Tutkunun gücünü çıkarın gücü dengeler. Zafere duyulan doyurulmaz iştah insanı fedaya ve ölüme sürükler ama aynı zamanda içsel bir dürtü onu tutumlu olmaya zorlar, yaşama bağlar. Bu iki güçten birini ihmal eden bir halk ölür. İki atlı fayton misali bunları birlikte sürmek gerekir. İşte Güney Amerikalıların talihsizliğinin nedeni de bu: bugüne kadar tutkunu gücü onlarda çıkarın gücüne ağır bastı. Paraya değer vermezler, ideale taparlar. Zengin olmak ikincil bir şeydir onlar için. Ünlü olmak, muzaffer olmak ise büyük bir şey. Tüm çabaları buna yöneliktir. Bu sempatik ve fedakar Cumhuriyetler için en güzel günler çıkarın gücünün tutkunun gücünü dengelemek istediği günler olacaktır; hatta çıkarın tutkuya ağır bastığı günler. Bir süre böyle olması iyi olacaktır çünkü tutkunun uzun egemenliğinin diyeti ödenmiş olur. Modern insan için yaşamak, çok kaba görünse de, bir ödevdir: elde bir çekiç varsa örse vuracaksın. Güney Amerika ülkelerinde ise ölüm ödev oldu. Yüzyılın başında, Bağımsızlık Savaşlarında bağımsız olmak için ölmek; İspanyolları yendikten sonra ise özgür olmak için ölmek. Belirsiz bir özgürlük ihtiyacı bu yeni ülkeleri kavuruyor; kamu yararını, bu büyük politik gücü, refahı bilmiyorlar. Kafeslerine sığmayan kartallar onlar. Ormanlarındaki kuşlar gibi köle olmaktansa ölmeyi tercih ediyorlar."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder