6 Ağustos 2016 Cumartesi

Durgunluk Uzadıkça Tekeller Saldırıyor, İşçi Sınıfını Mücadeleye Zorluyor

Bölgeler arasında önemli farklılar olsa da, bir bütün olarak kapitalist dünya ekonomisinin 2008 yılında girdiği aşırı üretimden çıktığını söyleyebiliriz. Buna karşılık, çevrim konjonktürü, kriz sonrası inişli çıkışlı durgunluk evresinden yükseliş evresine geçemedi.

Genellikle ortalama karın üzerinde kar eden ve tekelci konumları nedeniyle diğer firmalara karşı önemli avantajlara sahip olan dünyanın en büyük 500 tekelinin karlılık durumuna baktığımızda bu durgunluk açıkça görülüyor. Bu firmaların gelirlerinde 2010 yılından bu yana bir gerileme olmamıştı. Ama 2014’te 31.2 trilyon dolar olan bu gelirler, 2015’te 27.6 trilyon dolara düştü. Başka deyişle, bu firmaların gelirleri %11.5 oranında azaldı. Azımsanmayacak bir düşüş. Bu süper tekeller bu haldeyse, daha küçük tekellerin, hele orta ölçekli ve küçük firmaların durumunu tahmin etmek hiç zor değil.

Karlardaki bu düşüş, süper tekeller arasındaki rekabeti artırdı. Her tekel kendi devletinin arkasında mevzileniyor. Emperyalist ülkelerin merkez bankaları bu süper tekellerin hizmetinde, ürünleri ucuzlasın diye sabah akşam para basıyorlar.

Bu kızışan rekabet emperyalist ülkeler arasındaki siyasi ve askeri alanda kızışan rekabetin ekonomik temelini oluşturmaktadır.

Uzayan durgunluk, tekelci kapitalist devletlerin korumacı önlemlerinin artmasına yol açıyor. İngiltere, AB’den ayrıldı. Çin, iç piyasada açıkça Çinli firmaları koruyan önlemler alıyor. (Örneğin, Çin piyasasına girmek için en çok çaba sarf eden firmalardan Uber, yakın zamanda teslim bayrağını çekerek hisselerinin çoğunluğunu yerli bir firmaya satmak zorunda kaldı.) Fortune dergisi “Asya, Orta Doğu ve Afrika’da ticaret ve yatırımın önündeki engellerin arttığını” belirtiyor.

Rekabet öylesine kıyasıya ki, ekonomik göstergelerdeki herhangi bir değişim belirli ülke tekellerine yararken, diğerlerine darbe indiriyor. Örneğin, ABD dolarının değerinin son iki yılda %20 oranında artması söz gelimi Alman tekellerine büyük kazanç sağlarken, ABD’li tekellerin hanesine zarar olarak yazılıyor. Neden? Çünkü yüksek dolar ABD’li firmaların ürünlerinin daha yüksek fiyata satılmasına yol açıyor. Ayrıca, ABD’li firmaların kasasına daha az dolar giriyor. Örnek vermek gerekirse, ABD’li bir tekelin Avrupa’ya yaptığı 1 milyar Euroluk satışın değeri 2014 yılında 1.3 milyar dolardı. Ama dolar yükselince, bu değer 2015 yılında 1.1 milyar dolara düştü.

Buna karşılık bir Alman tekelini ele alalım. Örneğin BMW, ABD’ye sattığı otomobillerden 2014 yılında 13.7 milyar dolar Euro elde etmiş. Ama 2015 yılında dolardaki yükseliş sayesinde gelirini 18.2 milyar dolara çıkarıyor. Yüzde 33 gibi büyük bir artış.

Ayrıca, dolardaki yükseliş sayesinde Avrupa firmaları ABD pazarında daha ucuza teklif verebiliyorlar. Bu da ABD’li iç piyasada da pay kaybetmeleri anlamına geliyor.

Bu durum ABD’li tekellerin birleşmelerine (yani daha küçük tekellerin daha büyük tekeller tarafından yutulması sonucunda sermaye merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının artmasına), teknolojiyi geliştirmesine ve işçi çıkarmasına yol açacak. Yukarıda sözü edilen korumacı eğilimlerin güçleneceğine de şüphe yok.  

Bütün bunların, tüm dünyada, tüm ülkelerdeki emek - sermaye çelişkisini artıracağına hiç şüphe yoktur. Tekeller, rakip tekeller karşısında rekabet avantajına sahip olmak için her ülkede işçi sınıfına yönelik saldırılarını artırıyorlar ve artırmak zorundalar. İşçi sınıfı tüm dünyada daha büyük sömürü ve daha kötü yaşam koşulları dayatmasına karşı iki seçenekle karşı karşıya kalacaktır. Ya kendisini sermayenin “insafına” terk edecek, sefalet içinde daha derinlere batacak ya da mücadele edecektir. Koşullar işçi sınıfının tüm dünyada mücadeleye zorlamaktadır.

Bütün bunların, hammaddelere, ucuz emek gücüne ulaşmayı amaçlayan emperyalistler arası mücadeleyi artıracağına hiç şüphe yoktur.

Bütün bunların, başlıca emperyalist ülkelerle sömürge ve yarı-sömürgeler arasındaki mücadeleyi artıracağı, ezilen halkları emperyalizme karşı mücadeleye sevk edeceği de kesindir.

Türkiye’de de, dünyadaki sürece paralel, baskı ve mücadeleye zemin hazırlayan bir ekonomik süreç yaşanmaktadır.

Dünyadaki en büyük ilk beş yüz tekel listesinde sadece bir firması (Koç Holding - 2015’te 421. sırada) bulunan Türkiye’deki tekellerin durumunda da, 2015 yılı ve 2016 başında genel bir kötüleşme görülmektedir. “Capital” dergisinin araştırmasına göre, 2010-2014 arasında hiç küçülme yaşamayan Türkiye’nin en büyük 500 şirketi 2015 yılında yüzde 0.3 oranında küçüldü ve bunların karları %8.3 oranında azaldı.  

Türkiye’deki tekellerin son on yılda katettikleri büyümeyi görmek için şu rakamlara bakmak yeterli olacaktır: Bundan on yıl önce ilk 500 şirket arasına girebilmek için gereken minimum ciro yılda 48 milyon dolardı. Bu rakam günümüzde 141 milyon dolar yani yaklaşık üç kat artış söz konusu. Ayrıca, bu şirketlerin ait oldukları sektörlere bakarsak, enerji ve otomotiv gibi yüksek teknoloji isteyen sektörlerin çoğunlukta olduğunu, buna karşılık tekstil gibi düşük teknoloji gerektiren sektörlerin ise %3 gibi bir oranı oluşturduğunu görürüz. Buna ek olarak, zirvedeki 100 şirket ilk 500 şirketin gelirinin %64’üne sahipken, sıralamada 400-500’üncü şirketler arasındaki 100 şirket arasındaki şirketler ancak %5’lik bir paya sahipler.

Toparlarsak, ortalama karın üzerinde kar eden, organik bileşimi yüksek sermayeye sahip firmalar olan Türkiye’deki tekel ve holdingler 2015-2016 yıllarındaki kayıplarını telafi etmek için yoğun bir saldırıya geçmiştir ve bu saldırısını devam ettirecektir. Tekellerin ekonomik çıkarları işçi sınıfına daha fazla saldırmasını gerektirmektedir. Bu saldırılar da kaçınılmaz olarak işçi sınıfını harekete geçirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder