18 Ocak 2015 Pazar

Artı-Değer İçin Kavga

Bir taraftan burjuvazi daha fazla artı-değere el koymak için işçi sınıfına saldırıyor, diğer taraftan elde edilen artı-değeri sanayi karı ve faiz biçiminde paylaşmak için birbirleriyle mücadele ediyorlar. 

Faiz konusunda yaşanan kavgalar burjuva basına sıkça yansıyor. Bu konuda son olarak Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci bir çıkış yaptı. Zeybekçi, yüksek faizlerin kabul edilebilir olmadığını, bu konuda susmanın “suça ortak olmak” anlamına geldiğini söyledi.

Zeybekçi’yi biraz dinleyelim:

“Türkiye'nin yüksek faize katlanan dünyadaki en üst düzeydeki ülkelerden birisi olarak devam etmesi kabul edilebilir değildir. (...) 2015 yılında halen reel faiz, yani insanların, şirketlerin, firmaların, yatırım ve üretimi artırmasını beklediğimiz üreticinin katlandığı kredi faizleri yüzde 14'ler seviyesinde, reel faiz yüzde 8'ler seviyesinde şu anda. Bu, katlanılabilir değildir.”

Bilindiği gibi, kredi, sahibinin belirli bir ödeme karşılığında geçici olarak diğer bir kapitaliste bıraktığı para sermayedir. Para kredisi, sanayiciye, üretimi genişletme, işçi sayısını ve el konulan artı-değeri büyütme imkanı sağlar. Sanayici, aldığı kredi (para-sermaye) karşılığında, faiz diye adlandırılan bir miktarı sermaye sahibine öder. Sanayi kapitalistinin aldığı kredi karşılığında borç veren kapitaliste bir kâr payı öder. Buna faiz denir. Bankacı faizi havadan değil de, sanayide elde edilen kardan pay olarak aldığına göre, faizin kaynağı, artı-değerdir.

Türkiye’de patronlar özellikle son on yılda yabancı bankalardan ciddi miktarda kredi almışlar. Öyle ki,dış borç stoku 2002 yılında 130 milyar dolar civarındayken bu rakam bugün 390 milyar dolar. Gerçekten muazzam bir artış.

Alınan dış borçların yüzde 42’si banka bilançolarında. Yani Türkiye’de bankalar yabancı bankalardan borç alıyor, bunu içerideki kapitalistlere kredi olarak veriyor.

Ama Türkiye’de sanayiciler kredi faizlerini yüksek buluyor, işçileri sömürerek elde ettikleri artı-değerin bu kadar büyük bir kısmını faiz olarak finans kesimine kaptırmak onları rahatsız ediyor.

Ama şimdiye kadar bu konuda çok sızlansalar da güçleri bu faizleri indirmeye yetmedi. Bu yüzden tek çareleri mutlak ve nispi artı-değeri artırmak. Bunu yapmayı başardılar da.


Örneğin, Türkye’de son on yılda sanayi sektörünün tamamında verimlilik yüzde 18.4 oranında arttı. Yani bir işçi ertesi gün işe gelmesi için gerekli emek zamanını son on yılda yaklaşık yüzde yirmi oranında düşürdü, buna karşılık reel ücretler düştü. 2002 yılında asgari ücretle 920 simit alınıyordu, bugün ancak 632 simit alınabiliyor.  

Buna rağmen, ulusal ve uluslararası rekabet, faiz baskısı ve bu yazıda değinmediğimiz kur baskısı burjuvaziyi daha fazla artı değer sömürüsü için harekete geçiriyor.

İşte bu hafta içinde TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun açıklamalarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir:

"Şimdi bir işçimizin eline net 100 lira geçiyorsa işveren olarak bana maliyeti 159 lira. Benim cebimden 159 lira çıkıyor. İşçimizin cebine 100 lira giriyor. OECD ortalamasına baktığımızda bu rakam yüzde 35. Rekabette eşitlik istiyoruz, onlardaki yük 35 bendeki 59. ABD'ye bakıyoruz bu oran yüzde 22'lerde. Kıdem tazminatı yükü. 2001'den bu tarafa her seçim döneminde popülizm oluyor. Hele işçi hakları denilince müthiş popülizm oluyor. Dünya şampiyonuyuz, 1930'lardan kalma bu. İşsizlik fonunu getiriyoruz kıdem tazminatını kaldıracağız diyorlar. Hem işsizlik fonu var hem kıdem tazminatı yükü var. ABD'de kıdem tazminatı 4.7 maaş, Türkiye'de 20 maaş. Bir taraftan neye ihtiyacı var. Her yıl 1 milyon kişi istihdam piyasasına giriyor. 1 milyon kişiye istihdam iş bulmak durumundayız. Devletin kapısında 1 milyon kişiye iş bulamazsınız. Kim bulacak bunu bu salonu dolduran müteşebbisler, yeni girecek girişimciler. Ülkemizde iş yapmayı cazip hale getirmemiz lazım."

İşçi sınıfının bu saldırganlığa verebileceği tek bir yanıt var: daha fazla örgütlenmek, daha fazla birlik olmak.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder