25 Ocak 2016 Pazartesi

İkinci Çin Devriminin Ekonomik Temelleri

İkinci Çin Devriminin Ekonomik Temelleri

“Çin uyuyan bir dev. Bırakın uyusun, zira uyandığı zaman tüm dünyayı yerinden oynatacaktır.” (Napoléon Bonaparte)

“Kapitalistlerin başarıya ulaşma hızı ne kadar yüksekse proletaryanın sayısı ve birliği de o oranda artar.” (Lenin, Toplu Eserler, c. 13, s. 120)

*


Çin “Komünist” Partisi’nin, 1978 yılında 11. Merkez Komitesi Üçüncü Genel Oturumu’nda aldığı “reform” (kapitalist yola giriş) kararı almasından bu yana geçen 38 yıl, Çin işçi sınıfının ve emekçi yığınların 1949 büyük Çin devrimi'nde sonra elde ettiği neredeyse tüm kazanımların yok edildiği, giderek daha da korkunçlaşan vahşi bir sömürü ve sefalet dönemi olarak görülebilir.

Bu dönemde, Çin’de kapitalist genişletilmiş yeniden üretim süreci muazzam boyutlar aldı.

1978-2011 arasında, Çin'in ekonomik büyüme hızı yaklaşık yıllık  yüzde 10 oranında arttı. (Aynı dönemde toplam sermayenin yıllık ortalama büyümesi ABD’de yılda 2.7, Japonya’da 2.1, İngiltere’de ise sadece 2.3 oranındaydı.) Bu muazzam büyümeyi gözümüzde daha iyi canlandırmak için yıllık  yüzde 10 oranında bir büyümeyle toplam sermayenin her yedi yılda ikiye katlandığını söyleyebiliriz.

Karşılaştırmak gerekirse:

İngiltere’nin ülkedeki toplam sermayeyi ikiye katlaması (1780-1838 yılları arasında) 58 yıl (Komünist Manifesto’da anlatılan süreç), Amerika Birleşik Devletleri’nin (1839-1886 yılları arasında) 47 yıl, Japonya’nın (1885-1919 yılları arasında) 34 yıl ve Güney Kore’nin (1966-1977 yılları arasında) ülkedeki toplam sermayeyi ikiye katlaması 11 yıl almıştı.

Çin ise toplam toplumsal sermayesini önce 1978-1987 yılları arasındaki 8 yıllık zaman diliminde ikiye katladı; sonra bu geldiği seviyeyi 1987- 1995 yılları arasındaki dokuz yılda ikiye katladı. 1995-2004 yılları arasında ülkedeki toplam sermaye bir kere daha ikiye katlandı. Yedi yıl sonra, yani 2011 yılında ise, 2004 yılındaki seviye ikiye katlandı.  

Başka bir açıdan karşılaştırırsak, 1990 yılında Çin ekonomisi, dünyanın en büyük onuncu ekonomisiydi; 2000’de altıncı, 2010’da ise ikinci en büyük ekonomisi durumuna geldi.  (Not: rakamlar “Demystifying China’s Economic Growth” adlı kitaptan alınmıştır.)

Kısacası, Çin’de kapitalizm, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da sözünü ettikleri muazzam gelişim hızından da hızlıydı.

Aşağıdaki grafikte, kırmızı olan kesimde, Çin’deki sanayi üretiminin dünya sanayi üretimine oranını görebilirsiniz. 1990 ve 2013 arasındaki fark açıkça görülüyor:


Bu baş döndürücü gelişme, Çin toplumunu altüst etti; son otuz yılda Çin kentlerinin nüfusu 500 milyona yükseldi. İnsanlık tarihinde bu kadar kısa süre içinde bu ölçüde bir nüfus hareketi görülmemiştir. 1930’larda nüfusunun sadece %10’u kentlerde olan bu ülkede artık nüfusun %50’si kentlerde ve bu oran her yıl kentler lehine büyümektedir.

Kırların kitlesel bir biçimde terk edilmesi, kitlesel bir proleterleşmenin göstergesidir. “Kent” kapsamında sınıflandırılan toprakların miktarı 2000 yılından bu yana iki katına çıkmıştır.

Artık Çin’de nüfusu 1 milyonun üzerinde 100 kent var. Dünyadaki en kalabalık 30 kentin altısı Çin’de: Şanghay (23 milyon), Pekin (19.5milyon), Çongking (13milyon), Guangzu (12milyon), Şenzhen (11milyon) ve Tianjin (11milyon).

2030 yılında Çin’deki şehirlerde toplam 1 milyar kişinin yaşayacağı tahmin edilmektedir.

Bu kentler hem birbirine, hem de tüm dünyaya son derece gelişmiş bir ulaşım sistemiyle bağlanmakta, bu da sermaye çevrimini hızlandırmaktadır. 2011-2015 yılları arasında 100’den fazla havaalanı inşa edildiğini söylemekle yetinelim; sadece bu bilgi bile söz konusu gelişimi özetlemeye yetmektedir. (not: bu rakamlar “The Economist” dergisinin farklı sayılarından alınmıştır)

Bütün bunların Çin’in sözde “Komünist” partisinin yönetiminde özel mülkiyetin önünü açarak, sistematik bir biçimde piyasanın ekonomideki etkinliğini toplumsal mülkiyet aleyhine artırarak, işçi sınıfının canı, kanı, sefaleti pahasına yapıldığını söylemeye bile gerek yok.

Nüfusu bir buçuk milyara yaklaşan Çin’de 1 milyon yüz bin burjuva (nüfusun %1.3’ü) bir buçuk milyon doların üzerinde kişisel servete sahiptir. Bunların 67 bini 15 milyon doların üzerinde servete sahipken, ülkede 437 dolar milyarderi vardır.

Diğer uçta ise, 150 milyon işsiz, günde bir doların altında gelirle yaşayan 250 milyon kişi, günde 2 doların altında gelirle yaşayan 700 milyon kişi vardır.

Bu hızda gelişen kapitalizm, kendi mezar kazıcısını da aynı hızda artırmıştır: 2001-2011 yılları arasında kent ve kır proleterlerinin sayısı toplamda 115 milyon kişi artmıştır. Bundan 66 yıl önce Çin devriminin öncülüğünü yapan Çin proletaryası eskisinden çok daha kalabalıktır.

Açıkça görülüyor ki, Çin’de üretimin toplumsal karakteriyle üretimin sonuçlarının özel kapitalist biçimde mülk edinilmesi arasındaki çelişki çok yüksek boyutlardadır. Ana tüketiciler, yani kapitalist üretim ilişkilerinin egemenliği altında satın alma güçlerine son derece dar sınırlar çekilen halk kitlelerinin satın alabildiğinden fazla meta üretildiğine, toplumun gerçek gereksinimlerine oranla değil de, yalnızca ödeme yeteneğine sahip bir talebe oranla bir meta fazlasının bulunduğuna hiç şüphe yoktur. Aşırı üretim krizlerinin temeli Çin’de şüphesiz mevcuttur. Yüz milyonlarca işçinin toplumsallaştırılmış emeğinin ürününe kapitalistler tarafından özel el konulduğu bu koşullarda aşırı üretim krizi kaçınılmazdır.

Çin’deki “sabit sermaye oluşumu”nun GSYH’ya oranının 2010 yılında %69.3 gibi bir seviyeye gelmesi (bunlar burjuva ekonomi-politiğinin kategorilerine ait rakamlar da olsa) bu ülkenin mevcut kapitalist üretim sınırları içinde krizsiz yaşayamayacağını göstermektedir.

Deniz Gökçe gibi son derece çapsız bir burjuva ekonomisti bile bu durumu görmüştür:

“Çin ekonomisi oldukça dengesiz bir ekonomidir. GSYİH’nın çok düşük bir kısmı tüketimdendir, çok büyük bir kısmı yatırımdandır. Bu durum ancak ülke çok hızlı büyüme yaşarsa sürdürülebilir bir durumdur.”

Bir başka burjuva ekonomist, Vedat Özdan, şunları söylüyor:

“Çin’de yatırım harcamalarının GSYH içindeki payı yüzde 44’e ulaştı! Bu oran tarihte hiçbir ülkede hiçbir zaman görülmemiş kadar yüksek bir oran. Japonya, tarihinde en yüksek oran olarak 1973 yılında yüzde 36’yı, Kore ise 1991 yılında yüzde 38’i görmüştü.”



Bugüne kadar, üretici güçlerin gelişmişlik seviyesiyle üretim ilişkileri arasındaki çelişki Çin’de kendisini aşırı üretim krizi olarak göstermemesinin iki nedeni vardı:

Birincisi, Çin’in ekonomisinin ihracata dönük olmasıydı. Örneğin Çin, 2003 yılında ürettiği malların üçte birini ihraç ediyordu.

Aşağıdaki grafikte, yıllar boyunca Çin’in gerçekleştirdiği ihracatın artışını görüyoruz.

China Exports


Tabloda, 2008 yılında kapitalist dünya ekonomisinin girdiği aşırı üretim krizi nedeniyle bu yılda Çin’in ihracatındaki düşüş hemen fark ediliyor. Bu düşüşü izleyen yıllarda ihracat toparlamış, artmış gibi görünüyor ama işler yüzeyde göründüğü gibi değil. Artık, büyümeden tatmin olmayan bir canavar var. Çin kapitalizmi büyüyen, eski yediği yemekle doymayan, daha fazlasını isteyen bir çocuk gibi. Örneğin Çin ekonomisi 2007 yılında %14 büyümüştü ama o dönemdeki Çin ekonomisi bugünkünün yarısı büyüklüğündeydi. Bu yüzden, miktar olarak, 2015 yılındaki %6-7’lik büyüme 2007’deki büyümeden daha fazla. Eğer Çin ekonomisi her yıl yüzde beş büyüse, dört yıl içinde Hindistan ekonomisi gibi dev bir ekonomiye eşit bir mutlak büyüme sağlamış olacak. Bu yüzden, ihracattaki artış hızı Çin için yeterli değil.

Çin ekonomisinin henüz aşırı üretim krizine girmemiş olmasının ikinci bir nedeni de, Çin devletinin Çinli kapitalistleri desteklemek ve ihracattaki düşüşten ettikleri zararı telafi etmek amacıyla, on yıllarca ticaret fazlası vermelerinden kaynaklanan büyük rezervlerini köprü, konut, yol, trenyolu, havaalanı gibi altyapı projelerine kanalize etmesi, böylece devlet kaynaklarıyla bir süreliğine talebi artırmasıydı. Bu şekilde, ekonomiye 586 milyar dolar pompalandı ve Çin ekonomisi büyümeye devam etti. Faiz oranları düşürüldü, konut ve altyapı projeleri için kredi sağlandı. Bu, tam bir kredi patlamasıydı. Bu patlama sonucunda Çin’deki finansal olmayan kesime ait olmayan borç milli gelirin yüzde 250’sine yükseldi. Bu teşvik programlarından önce bu borç milli gelirin %100’üne denkti.  

Artık bu “kurşun” harcanmış durumda. Bu borç oranıyla Çin devleti eskisi kadar bol keseden teşvik veremeyecek.

Çin devleti bu borcu öteleyebilmek için hisse senedi piyasasını büyüttü. Devlet şirketleri “halka” hisse senetlerini satarak borçlarını hafifletebileceklerdi. Büyük sayıda yatırımcı borsaya hücum etti. Böylece bir başka balon da hisse senedi piyasasında görüldü. Bu balon özellikle 2016’nın başında hızla sönmekte, Çin devleti bu durumun önüne geçememektedir.

Yüksek borç, her an patlamaya hazır hisse senedi balonu, aşırı derecede şişen konut balonu (Çin’de tamamlanmış konutların yüzde 18’i boş durumda) Çin devletinin ekonomiye müdahale gücünü çok azaltmıştır. Diğer taraftan, kapitalizmin nesnel yasaları işlemeye devam etmektedir.

İbrahim Okçuoğlu’nun OECD’den aktardığı verilere göre Çin sanayisinin büyüme hızı 2010’dan beri yarı yarıya gerilemiştir. Üstelik aktarılanlar Çin devletinin verdiği resmi rakamlardır. Bu rakamlara güvenmeyen pek çok ekonomist elektrik tüketimi, harcama gibi parametrelere bakarak Çin’in gerçek büyümesinin yüzde 4’lere kadar düştüğünü iddia etmektedir.

Çin kapitalistlerinin ucuz işgücü rezervleri tükenmektedir. 15-59 yaş arası nüfus 2010 yılında zirve yaptıktan sonra düşüşe geçmeye başlamıştır. 2012’den bu yana işçi sayısındaki mutlak düşüş neredeyse 3.5 milyondur. 2020’ye kadar 30 milyonluk bir düşüş beklenmektedir. Bu da mutlak artı-değer oranlarında bir düşüş anlamına gelmektedir. (“Belirli bir ülke ve belirli bir iş saati uzunluğu söz konusu olduğunda artı-değer ancak işçilerin sayısı artırılarak yani nüfustaki bir artış aracılığıyla artırılabilir; bu artış o ülkenin kolektif sermayesinin üreteceği artı değer için matematiksel bir sınır oluşturur.” - Engels, Kapital’in Birinci Cildi Üzerine Bir İnceleme)

Ayrıca, işçi sınıfı mücadelesini artırmış, daha yüksek ücretleri Çin burjuvazisinden söke söke almış ve almaya devam etmektedir. Ayda yüz dolarlık işçi maaşı aylık 270 dolara çıkmıştır. Bu da, Çin’li kapitalistlerin karlarında bir azalma, toplam sermayenin büyüme hızında bir düşüş anlamına gelmektedir.  

Gördüğümüz gibi, büyük bir hızla koşan Çin kapitalizmi soluk soluğa kalmaya başlamıştır.

Büyüme oranlarındaki düşüş, sermaye çevriminin yavaşlaması, Çinli burjuvaları işçi ücretlerini geç ödeme taktiğine sevk etmiştir. Özellikle ağır sanayide bu sorun sıkça görülmeye başlamıştır. The China Labour Bulletin’in açıkladığı rakamlara göre 2015 yılında Çin’de 2774 grev ve işçi protestosu görülmüştür. Bu rakam, 2014’te 1379 olduğuna göre grev ve protestolar (yasak olmasına rağmen) iki katına çıkmıştır.  

Polisin işçi liderlerini tutuklaması sıkça duyulan haberler haline gelmiştir.

Çin’de işsizlik rakamları da artmaktadır. Resmi verilere göre işsizlik oranı %5.2’dir. Ama bu rakamlar, kentlere gelen, sürekli işlerde çalışma hakkını bir yana bırakalım, kentlerde oturma hakkına bile sahip olmayan 270 milyonluk göçmen işçileri kapsamamaktadır.

İşsizliği maskeleyen bir başka faktör de Çin’deki devlet işletmeleridir. Pek çok burjuva ekonomiste göre bu işletmelerde “gereksiz yere” ihtiyaç olmayan işçiler istihdam edilmektedir. Tıpkı ordudaki modernleşme nedeniyle meslekten çıkarılan 300 bin asker ya da 100 binden fazla işçiyi işten çıkaracağını açıklayan devlete ait bir madencilik şirketinin yaptığı gibi, bu işletmeler bu işçileri uzun süre işte tutmayacaklardır.  

Devletin kendi yaptığı bir araştırmada, Çin’de “ciddi işsizlik sorunları” yaşanmaması için yılda 24 milyon kişiye iş bulmak gerekmektedir.

Çin’deki büyüme hızı düştükçe, işçi sınıfının huzursuzluğu artacaktır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Çin’de henüz kapitalist üretim tarzının bütün çelişkilerinin şiddetli bir şekilde patladığı bir aşırı üretim krizi yaşanmamıştır. Ama bu aşırı üretim krizinin kaçınılmaz olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu aşırı üretim krizi sınıf karşıtlıklarının keskinleşmesine yol açacak, Çin’deki sahte “Komünist” partinin maskesini yırtacaktır.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder