22 Kasım 2014 Cumartesi

Çifte Sömürü

En gerici gazetelerin yazarları bile itiraf ediyor:

“Türkiye eğitimsiz, güvenliksiz, örgütsüz ucuz emek havuzu oluşturarak, 15 milyon insanı asgari ücret hattında tutarak buradan rekabet gücü kazanacağını düşünüyor. Avrupa’da asgari ücretle çalışan kesim yok denecek kadar az. ‘Asgari ücret’ büyük oranda bir Türkiye sorunu.” (Türkiye Gazetesi, İbrahim Öztürk)

Ama üretim sürecindeki müthiş sömürü Türkiye burjuvazisine yetmiyor. Türkiye’de burjuvazisi, devletin tam desteğiyle ulusal gelirin daha sonraki dağılım süreci içinde işçi sınıfının gelirini devlet bütçesi aracılığıyla yeniden dağıtıyor ve kendi çıkarına kullanıyor.

Yine gerici bir gazeteden aktaralım:

“Asgari ücretliden vergi alan ender ülkelerden birisiyiz. Adı üstünde asgari ücret, bir işçinin hayatını devam ettirebilmesi için -ne kadar devam ettirdiği tartışılsa da- asgari koşulları sağlayan ücrettir. Dolayısıyla bunun üzerinden vergi alınması ciddi bir çelişkidir.

...Aralık ayında asgari ücretlilerin vergi dilimi arttığı için ilave 12.28 TL daha fazla vergi ödeyecekler. Buna göre bu sene devlet asgari ücretlilerden 61.4 milyon lira daha fazla vergi almış olacak. Böylece 2014 yılı için asgari ücrete yapılan zammın bir kısmı vergi olarak geri alınmış olacak.” (Millet Gazetesi, Saadetin Orhan)

Bütün bunları okuduktan sonra insanın aklına şöyle bir soru gelebilir:

“Alım gücünün bu kadar düşürüldüğü bir ülkede bu büyüme nasıl sağlanıyor, üretilen bunca ürün kime satılıyor?"

Üretilen ürünlerin bir kısmı dış pazara yönelik. 160 milyar dolar civarında bir ihracat yapılıyor. Ama bir başka önemli faktör de var: krediler!

Bunu da Ülker’den reklam alan reformist gazeteden yapacağımız bir alıntıyla özetleyelim:

“Türkiye’de tüketici kredisi borcu miktarı son 12 yılda 136 kat, kredi kartı borcu ise 17 kat artmış. 2002 yılında halkın tüketici kredisi ve kredi kartı borcu sadece 6.3 milyar TL iken, ekonominin ‘uçuşa geçtiği’ son 12 yıl içinde tam 55 kat artarak, toplamda 347 milyar TL’ye ulaşmış. Söz konusu borçlar içinde asıl dikkat çekici olan, toplam hane halkı borçlanmasının yüzde 40’tan fazlasının aylık geliri 1000 TL’nin altında olanlar tarafından yapılmış olması.

Ödenemediği için yasal icra takibi başlatılan tüketici kredisi ve kredi kartı borç miktarı 12 milyar TL’yi aşmış durumda. Bu miktarın 2002’de sadece 278 milyon TL olduğunu hatırlatmakta fayda var.” (Evrensel, Erkan Aydoğanoğlu)

Gerçekten de nüfusun yüzde 70’i borçlandı. 77 milyon nüfuslu ülkede kredi kartı sayısı 60 milyona ulaştı. Böylece hem yapay bir talep oluşturulmuş oluyor hem de sömürü mekanizması güçlendirilmiş oluyor.

Çünkü borçlu kişiyi sömürmek daha kolaydır. Borçlu kişi kendisini yalnız hisseder.

Ama bu tür kredi mekanizmaları geçici talep yaratsa da temel sorunu, üretici güçlerin ulaştığı gelişmişlik düzeyiyle üretim ilişkileri arasındaki çelişki sorununu, kitlelerin talebinin üretim hızından geri kalması sorununu çözemez.

Son dört ayda bankaların karlarındaki düşüş bu anlamda dikkat çekici. Türkiye Bankalar Birliği verilerine inanacak olursak son dört ayda karlarında %12 düşüş var. Yine aynı dönemde bankaların ödenmeyen kredi ve kredi kartı sayısında yüzde 25’in üzerinde bir artış var.

Halbuki 2013 yılına kadar muazzam karlar açıklıyorlardı. ABD Merkez bankası para bastıkça ucuza para bulup bunları herkese borç veriyorlardı (bu borcu vermek için nasıl kampanyalar yaptıklarını herkes hatırlıyordur). Hem de borçları pahalıya verdiler. Yüzde 0.7 mevduat faizi karşılığında (yani halka bankada para tutmaları karşılığında yüzde 0.7 faiz verip) kredi borçlarını %5’ten verdiler (yani halktan aldıkları parayı yeniden halka vermek için %5 faiz aldılar). Bununla da yetinmeyerek yüzlerce kalemden öyle “masraflar” kestiler ki “tüketici” anketlerinde bankalar “en çok nefret edilen” kurum olma şanını haklarıyla aldılar.

Ama ekonomideki büyüme yavaşladı. İşsizlik artıyor. Bu durum er ya da geç kredi balonunun patlamasına yol açacak, yapay bir biçimde şişirilmiş talebin gerçek durumu - hem de alınan kredilerin bedeli olan faiz ödemeleriyle yaralanmış bir halde - tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacak, yeni bir aşırı üretim krizini tetikleyecektir.

Türkiye’de işçi sınıfının kapitalizm koşulları altında bu kapandan çıkması mümkün değildir. Hiçbir reformist hayal bu gerçeğin üstünü örtemez.
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder