27 Kasım 2014 Perşembe

Türkiye Burjuvazisi Artı-Değerin Paylaşımında Bir Adım Geride

Türkiye burjuvazisi yabancı bankalardan kredi alıyor.

Üretimi genişletme, işçi sayısını ve buna bağlı olarak da el konulan artı-değeri büyütme imkanı sağlaması karşılığında bu artı-değerin bir kısmını faiz adı altında yabancı bankalara verir. Böylece Türkiye'deki ortalama kâr iki bileşene ayrılmaktadır: faiz ve sınai kar.

Bugünlerde burjuva ekonomistleri nasırlarına basılmışçasına bağırıyor:

"Son yıllarda, ekonomimizin her bir puanlık bir büyüme oranı için ihtiyaç duyduğu net dış finansman (dış borçlanma) çok arttı. Farklı bir biçimde de ifade etmek mümkün: Büyüme oranımız belirgin biçimde azalırken, hem cari işlemler açığımız hem de net dış borçlanmamız hızla yükseldi." (Radikal Gazetesi)

"2009’da yüzde 18.1 olan dış finansman ihtiyacımız, 2014’te yüzde 26.8 düzeylerindedir. Dört yıldaki artış yüzde 8.7’dir. Eğer 2009’daki yüzde 18.1’i 100 kabul edersek, dış kırılganlığımız 2014’te 148 ile yüzde 48 artışa işaret ediyor."

Vah ne yazık, artık eskisine göre daha çok krediyle daha az sınai kar elde ediliyor.

Enerjiye verilen para yetmiyormuş gibi:

"Türkiye 2013 yılının tümünde 56 milyar dolarlık enerji ithalatı gerçekleştirmiş. Bu ithalatın bir kısmının ham ürünler olduğunu ve bunların işlenerek ihraç edildiğini de dikkate alırsak net enerji ithalatımız 49.3 milyar dolar ile milli hasılamızın yaklaşık % 6’sına tekabül etmekte. (AB’nin 2013 toplam net enerji ithalatı ise 380 milyar dolar ve milli hasılasının sadece % 2.2’si.) Kısacası enerji ithalatı bizim ekonomimizde göreceli olarak çok önemli bir yer tutmakta ve ciddi bir maliyet getirmekte." (Dünya Gazetesi)

Bu üçüncü sınıf sümüklü tiyatronun son perdesinin baş aktörü de Mustafa Koç.

"Servet vergisi alınmalı” görüşüne şu yanıtı veriyor:

"Daha ne vereceğiz. Bir gömleğimiz kaldı."

Koç bunu toplam vergilerin %70'ini KDV aracılığıyla kitlelere yüklenmiş, dünyanın (işçi sınıfı aleyhine, burjuvazi lehine) en adaletsiz vergi sistemi olan ülkesi Türkiye'de söylüyor.

Türkiye burjuvazisi bu artı değere el koyma kavgasında etinden et kopmuş gibi bağırsa da, burada asıl belirleyici olan güçtür ve şu aşamada onların gücü (buna çok çabalasalar da) ne başka ülkelerin enerji kaynaklarına başlıca emperyalist ülkelerin yaptığı oranda el koymaya ne de dış finansman bağımlılığından kurtarmaya yetmiyor.

Peki kimlere güçleri yetiyor? İşçi sınıfına ve diğer emekçi kesimlere.

Şimdilik.

İşte mutlak artı değeri nasıl artırdıklarına dair kendi gazetelerinden bir iki güncel örnek:

2002’de bir adet simit bugünkü parayla 20 kuruştan satılıyordu. Ve 2002’deki 184 liralık net asgari ücretle 920 tane simit alınabiliyordu. Oysa şimdi simit 1,5 liraya satılıyor. Ve 891 liralık net asgari ücret ile ancak 594 tane simit alınabiliyor. Yani net asgari ücretle alınabilen simit sayısı 12 yılda 326 adet azaldı. Yine 2002’de en düşük memur maaşıyla 1960 adet simit alınırken şimdi 2025 liralık en düşük memur maaşıyla ancak 1350 tane simit alınabiliyor. Memurun simit endeksine göre alım gücü azalmış. Yani beş kişilik memur ailesi 2002’de günde 5,3 simit alabilirken şimdi günde ancak 3,6 simit alabiliyor. Yani iki çocuk aç kaldı son on iki yılda.

(...)

2002’de 4,5 Cumhuriyet Altını alınabilirken şimdi ancak 3,5 Cumhuriyet Altını alınabiliyor." (Taraf)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder