2 Nisan 2015 Perşembe

Seçimlerden Sonraki Saldırılara Hazır Mıyız?


Türkiye İstatistik Kurumu sonunda 2014 yılına dair büyüme rakamlarını açıkladı.

Bu rakamlar bize bir değerlendirme yapma imkanı sağlamaktadır. (Tırnak içerisinde yazılanlar burjuva gazetelerinde çıkan haber ve yorumlardır)

Yapılması gereken ilk tespit, Türkiye ekonomisinin büyüme hızı son yıllarda önemli ölçüde düşmekte olmasıdır:

“TÜİK'in bugün açıkladığı rakamlara göre Türkiye ekonomisi 2014 yılında yüzde 2,9 oranında büyüdü. Ekonomi 2012’de yüzde 2,2, 2013 yılında ise yüzde 4,2 büyümüştü. Ortalama üç yıllık büyüme hızı yüzde 3,1 oranında oldu.”

Son üç yılda Türkiye ekonomisinin büyüme hızının çok düştüğünü görüyoruz:

"AKP iktidara geldiği ilk üç yılda ekonomi sırasıyla 2003’te yüzde 5,9, 2004’te yüzde 9,9 ve 2005’te yüzde 7,6 oranında büyüdü. Ve böylece AKP iktidarının ilk üç yılında ortalama büyüme hızı yüzde 7,8 olmuştu.”

Böylece Türkiye ekonomisinin büyüme hızı "gelişmekte olan ülkeler"de görülen büyüme hızının gerisine düşmüş oluyor:

"IMF verilerine göre bu oran ortalama yüzde 4.9 bekleniyor. Yani gelişen ülkelerin ortalama büyümesinin altında bir performansa sahibiz."

Bu rakamlar emperyalistleşme hayalleri  kuran Türkiye burjuvazisinin uykularını kaçırıyor:

"2013 yılında dünyanın 17. büyük ekonomisi olan Türkiye, 2014 yılı itibarıyla dünyanın 19. büyük ekonomisi durumuna geriledi."

Büyüme rakamlarında önemli bir başka sorun var. Büyüme olarak gözüken üretimin önemli bir kısmı dolaşıma dahi girememiş, stok ürün biçiminde kalmış:

"...alt kalemler bu büyümenin çok büyük ölçüde stok artışından kaynaklandığını gösteriyor. Bu şu demek: Talep firmaların beklediğinden daha düşük gerçekleşti. Diğer ifadeyle firmalar ürettiler ama planladıkları kadar satamadılar. Fazla üretim stokları şişirdi.

Yüzde 0,7’lik büyümeye 2,5 puanlık katkı yapan stok artışı gerçekleşti."

Çevre ülkelerdeki savaş, petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle Rusya'da yaşanan kriz, Avrupanın hala ekonomik krizden çıkmaması, doların euroya göre değer kazanması (Türkiye ihracatının yaklaşık yüzde 40'ını euro, yüzde 50'sini dolarla gerçekleştiriyor olması) gibi nedenlerden dolayı ihracat önemli ölçüde azaldı:

“Yılbaşından bu yana ihracatta gerileme devam ediyor. Ocakta yüzde 9.8 oranında, martta yüzde 13 oranında gerilemişti. Üç aylık gerileme yüzde 6.8 oldu.”

"Halbuki 2014 yılında ihracat ocak ayında yüzde 9.6 oranında, şubat ayında yüzde 4.3 oranında, mart ayında yüzde 4.3 oranında artmıştı. Üç aylık artış yüzde 6.2 idi."

İhracattaki düşüş yılın ilk üç ayında da devam etti:

"İhracat, geçen yılın 3 aylık dönemindeki yüzde 6.2 artışa karşı bu yıl üç ayda yüzde 6.8 geriledi."

Altın ihracatını da çıkaracak olursak, İhracatın durumunun çok daha vahim olduğunu görürüz:

"...iki ayın toplamında geçen yıl 403 milyon dolar olan altın ihracatı, bu yıl 3 milyar doları buldu.

İlk iki aydaki toplam ihracat 24.6 milyar dolar olarak gerçekleşti... Altın hariç ihracat ise 21.6 milyar dolar, geçen yıla göre düşüş de tam yüzde 13.7 düzeyinde.

...Altın hariç ihracatın şubat ayındaki gerilemesi yüzde 17.7'yi buluyor. Bu çok büyük ve geçiştirilemeyecek bir oran aslında."

Her şeye rağmen 2.9’luk büyümenin 1.8’i ihracattan kaynaklandı:

"...üçte ikisi dışarıdan, üçte biri içeriden kaynaklanan bir büyüme."

İç piyasanın doyması sonucunda aşırı öğretim krizini 1979 yılında yaşayan Türkiye kapitalizmi 12 Eylül faşist darbesinden beri işçi ücretlerini düşürerek dış piyasada rekabet gücü kazanıp ihracata dayalı büyüme sergilemeye yönelmişti.

İç piyasadaki talep yetersizliğini özellikle son yıllarda bankalar aracılığıyla tüketici kredileri vererek yapay bir biçimde gidermeye çalışıyordu.

Ama üretim araçlarının ve hammaddenin önemli bir kısmı dövizle ithal edildiği için sanayideki hızlı büyüme cari açıkta da hızlı bir büyümeye maloluyordu. Ülkeye giren yabancı sermayenin getirdiği dolarlar TL'nin değerini arttırdıkça içeride üretim yapmaktansa sermaye mallarını dışarıdan getirmek giderek daha fazla karlı hale geliyor ve bu durum cari açığın tehlikeli bir boyuta varmasına yol açıyordu.

Cari açığını büyümesini frenlemek için büyümeyi frenlemek durumunda kaldılar ve kredi kartı kullanımlarına önemli sınırlamalar getirildi.

"...cari açık nedeniyle bilinçli şekilde ekonominin frenine basıldı. Kredilere sınır ve taksitli alışverişe sınır konuldu. Sonuçta amaçlanan da sağlandı. Tüketimin büyümeye verdiği katkı azaldı ve sıfır düzeyine kadar indi."

Gerçekten de tüketici kredileri kesilince:

"2014 yılında tüketim yalnızca yüzde 1,3 oranında arttı ve büyümeye 0,9 yüzde puan katkı yaptı."

Perakende satışlarla İlgili rakamlar da iç piyasadaki talep yetersizliğini gösteriyor:

"Bir yılda enflasyondan arındırılmış olarak perakende cirosunun, artan nüfusa rağmen sadece yüzde 3.9 oranında artması hem tüketicinin hem de perakende sektörünün durumunun pek de iyi olmadığını ortaya koyuyor."
Burada ilginç olan nokta, az miktardaki bu artışın asıl gıda harcamalarından kaynaklanması ve gıda dışı harcamaların düşmesi:

"2015 yılı Ocak ayında toplam yıllık perakende iş hacmi artışı yüzde 4 oranında. Bu büyümenin gerisinde gıda harcamalarındaki yıllık yüzde 7.9 artış ve gıda dışı harcamalardaki yüzde 3.2 gerileme var."

Bu durumun tek bir açıklaması var:

"İnsanlar gelir yetersizliğinden harcamalarını artıramayınca, perakende sektöründe talep gıda harcamalarına yöneliyor. Gıda dışı harcamaları kesiliyor."

Demek ki tüketici kredilerine yönelik en ufak bir frenleme girişimi geniş emekçi kitleleri açlık noktasına getiriyor ve İç talebi büyümeye neredeyse hiç katkı yapmayacak kadar küçük bir seviyeye indiriyor.

Diğer taraftan burjuvazinin genel çıkarlarının kollayan devlet tüketici kredileri aracılığıyla iç piyasayı sonsuza kadar canlı tutmayacağını biliyor. Çünkü tüketici kredilerinin musluklarını açmanın da bazı uzun vadeli toplumsal bedelleri oluyor:

"Kredi kartı borçları çığ gibi artıyor. Kredi kartı borçları 2009 yılında 130 milyar lira iken 2014 yılında 347 milyar liraya yükseldi."

Düşük asgari ücret, taşeronlaştırma, esnek ve güvencesiz çalıştırma, yüksek işsizlik gibi faktörlerin iç piyasada talep yetersizligi oluşturmamasını beklemek anlamsız olurdu zaten.

Türkiye istatistik kurumu büyüme rakamlarını çok geç yayınlıyor. Ama çeşitli iktisadi kuruluşlar büyümeyi etkileyen bir takım önce verileri inceleyerek büyüme rakamlarını mutlaka yakın bir doğrulukla güncelleyebiliyorlar:

"Betam (Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi) iktisatçılarından Zümrüt İmamoğlu ve Barış Soybilgen, öncü göstergeleri değerlendirerek 2015 yılının ilk 3 ayında ekonominin durumunu sergileyen bir çalışma yaptılar."

Buna göre:

"2015 yılının ilk 3 ayında büyüme yok. Büyüme yüzde “0.0” oranında."
Başka deyişle İhracattaki kötü durum ve düşük iç talep daha da olumsuz bir hal olarak devam ederken 2015 yılında 2014 yılına göre daha da kötü bir tablo ortaya çıkıyor.

Bu durum başlı başına bir sorun ama bu sorunu daha da önemli bir sorun haline getiren paralel gelişmeler de söz konusu:

"Büyümedeki bu düşüş, kredi artışının oldukça yüksek olduğu ve yurtdışından borçlanmanın zirveye çıktığı bir dönemde gözlendi."

Buna tabii ki dolar boşluk Türkiye burjuvazisinin doların yükselmesinden duyduğu paniği de eklemek gerekir.

Türkiye burjuvazisinin dolara bağlı olarak aldığı kredilerin kendileri için ne kadar büyük bir yük getirdiğini bizzat kendilerinden dinleyelim.

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu diyor ki:

"Net satışlar yüzde 15 ile 473 milyar lira arttı, faaliyet kârı yüzde 28 yükselmeyle 31 milyar lira büyüdü. Buna karşılık finansman giderleri yani faiz giderleri yüzde 61 ile 31 milyar lira arttı, döviz kuru zararı ise yüzde 163 ile 74 milyar lira büyüdü, sonuçta net kâr yüzde 30 eksilerek 29 milyar lira azaldı."

İşte Türkiye burjuvazisi İşçi sınıfını sömürerek elde ettiği artı değerin önemli bir kısmını uluslararası finans kapitale kaptırıyor.

Bu, daima böyle olmuştur. Ama içinde bulunduğumuz bu yeni durumda burjuvaziyi asıl rahatsız eden sermaye birikimimin Çok fazla yavaşladığı bir dönemde uluslararası finans kapitale ödemesi gereken miktarın "normalin" çok üzerine çıkmış olmasıdır:

"2002-2007 döneminde yurtdışından net dış kaynak (kısa vadeli borç, uzun vadeli borç, doğrudan yatırım, portföy yatırımı; yani her türlü dış borç) kullanımımızın milli gelire oranı yüzde 5.3 düzeyindeydi. Aynı dönemde ortalama büyüme oranımız ise yüzde 6.8 oldu. Oysa 2012- 2014 döneminde milli gelirimizin yüzde 7.5’i kadar, yani daha fazla dış kaynak kullandık. Buna karşılık, az önce belirttiğim gibi yüzde 3 oranında büyüdük.
Farklı bir ifadeyle, 2002-2007 döneminde bir puan büyüme için milli gelirimizin yüzde 0.8’i kadar dış borca gereksinim duyduk. Oysa 2012- 2014’te bu gereksinim milli gelirimizin yüzde 2.4’üne çıktı."

İşte panik içerisinde haykıran bir başka burjuva yazar:

"Türkiye’ye son yıllarda bir şeyler oluyor: hem düşük bir oranda büyüyor hem de yüksek oranda dış kaynak gereksinimi duyuyor."

Düşük ihracat, düşük iç talep, düşük büyüme, çok borç, yüksek faiz, yükselen dolar... İşte son birkaç yılın özeti.

Bu durum karşısında burjuvazinin en önde gelen temsilcileri Her fırsatta aynı talebi yeniliyorlar: "yapısal reform".

TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran:

Büyümeyi yukarı çekebilmek için etkili bir yapısal reform atılımına ihtiyaç var.

...Hükümet tarafından ortaya konulan kalkınma planları, öncelikli değişim programları ve eylem planları oldukça kapsamlıdır, doğru hedefleri öngören bütünlüklü belgelerdir. Beklentimiz bu belgelerde yer alan eylem planlarının daha uygulanabilir bir takvime bağlanması ve önceliklendirilmesi ve en önemlisi etkili bir şekilde uygulanmasıdır."

Bülent Eczacıbaşı:

"Reform yapabilmek dünyada büyük sorun. Son yıllarda bol paranın olduğu dönemleri yaşadık. Paranın olduğu yerlerde reformlar yapılamadı. Şimdi paranın az olduğu bir döneme giriyoruz. Burada reform yapabilen ülke ayrışacak."

Kayseri Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak:

"Hükümetten de beklentim var. Hükümetten de sanayii destekleyici paketler bekliyorum. Bunun hazırlandığına dair bilgiler alıyorum.”

Sözü edilen yapısal reformlar (bir patron ne zaman bu sözü sarfederse bunu işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden yapılan kesintiler olarak anlamak gerekir) seçimlerden hemen sonra netleşecek ve uygulamaya konmak istenecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder